Page 78 - 6-8
P. 78

Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
               Amasya Tarihi 6-8. Cilt                                                                    Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR

               saflara yer bulunmaz, yanık ilâhilerine, ruh-nevâz na’tlarına doyulmaz, her dinleyeni ağlatırdı.
               Mahdûm-ı  yegânesi  İsmâil  Hakkı  Efendi  yerini  tutamadı.  Bunun  çırağı  olan  Hamâloğlu
               Abdulkâdir Efendi ser-mü’ezzin oldu. Bunun da sesi pek güzeldi.

                      İbrâhim Efendi-Saçlızâde es-Seyyid el-Hâc
                      Amasya  müftüsü  Saçlı  el-Hâc  Mahmûd  Efendi’nin  oğludur.  Biraz  tahsîl-i  ilm  edib
               Amasya’da son nakibü’l-eşrâf kâ’im-makâmı olduğu hâlde 1297 senesi evâhirinde vefât etdi.
               Gâyet latîf, nekre-gû, güldürücü bir kimse idi. Gülünç şeyleri halk arasında şâyi’dir. Oğulları
               Ahmed Fethi, [224] Mehmed, Abdullah Efendilerdir. Ahmed Fethî Efendi de 1313’de fevt oldu.
               Diğer Mengülcüzâde el-Hâc İbrâhim Efendi bin müftü Yahya Efendi de 1298’de vefât etdi.
               Saçlızâde a’yârında bir kimse idi. “Çözük saç, kırık mengül” sözü bunlar hakkındadır.

                      İbrâhim Ağa-Amasyalı
                      Amasya ahâlisinden Hasan’ın oğludur. 1261’de asker olup  İstanbul’a gitdi. 1268’de
               baş-çavuşlukdan tali’a taburu mülâzımı, 1281’de yüzbaşı, 1293’de kolağası olup Rus harbine
               iştirâk etdi. Ba’dehû binbaşı ve 1296’da Urfa sancağı tabur ağası, ya’nî jandarma kumandanı
               olduğu hâlde 1304’de vefât etdi. Urfa’da medfûndur. İdâreli, müdebbir, mümtezic bir zâbıt idi.
               On yıl mevki’ini muhâfaza etdi.

                      İbrâhim Efendi-Hocazâde
                      Caniklidir.  Samsun  ulemâsından  Canikli  Ali  Efendi  bin  Mehmed’in  mahdûmudur.
               Orada  pederinden  mukaddimât-ı  ulûmu  görüp  1262’de  Amasya’ya  geldi.  İnepazarlı  el-Hâc
               [225] İsmâil Hakkı, İskilipli el-Hâc Hüseyin, Caniklizâde Müftü el-Hâc Hâfız Mehmed, İbikli
               el-Hâc Hasan Efendilerden sırasıyla ulûm-ı akliyye ve nakliyyeyi ahz ü ikmâl-i tahsîl ederek
               Hacı Hasan Efendi’den mücâz ve Amasya’da ikâmetle ders-i âm oldu.
                      Takrîr ve ifâdesi güzel, hâfızası kuvvetli, ma’lûmatı yüksek olduğundan her tarafdan
               halka-i  tedrîsine  mülâzemet  eden  talebesi  çoğaldı.  Bir  tarafdan  tedrîs-i  ulûm  ederek  neşr-i
               ma’ârife himmet, diğer tarafdan fünûn-ı muhtelifeden kitaplar mutâla’a ederek ma’lûmâtını
               tevsi’e  gayret  etdi.  Dersi  müfîd,  talebesi  çok  olduğundan  ulemâ  arasında  büyük  bir  şöhret
               kazandı. Bir cemm-i gafîre icâzet verdi.
                      1288’de Hâlidiyye halife hülefâsından ve Amasya meşâyih-i kirâmından Karabâgî eş-
               Şeyh el-Hâc Mir Hamza Nigârî Efendi cedd-i a’lâsı hazret-i Ali bin Ebî Tâlib’in gayretkeşliği
               sâ’ikasıyla ashâb-ı Rasulullah’dan olan Mu’aviye ve tarafdarları aleyhine şiddetle idâre-i lisân
               etdiği sırada usûl-i şer’iyye ve kavâ’id-i kelâmiyye dâ’iresinde ashâb-ı Rasulullahı müdafa’a
               ve makâlât-ı Hamzavîyeyi redd ü tekzîbe nasb-ı nefs etdi. Bu yüzden [226] halk ve ulemâ
               arasında şöhret-i i’tibârı artdı.
                      Ava pek ziyâde merâkı var idi. Kış günlerinde kar ve soğuğun te’siriyle 1295’de iki
               gözünün nûru zâ’il oldu. Üstâd-ı müşârün-ileyhin bu amâsı Şeyh Efendi’nin bed-du’âsına haml
               ve  kerâmetinden  addedildiğini  iştidikde  esnâ-yı  va’zında  “Şeyhi  bî-huzûr  eden  dilimdir.
               Gözlerim  değildir.  Kerâmeti  var  ise  dilimi  tutsun.  Gözlerime  isâbet  eden  bir  kazâyı
               kendiliğinden men’e muktedir değildir” cevabını verdi.
                      Bu esnâda Şeyh Efendi’nin ikâmet etdiği Pirinççi Mahallesi’ndeki muhteşem hânesi
               ricâl-i gaybiyye tarafından taşlandığı ve esâs-ı beytiyesi gözlerinin önünde yandığı ve bunların
               men’ine ne hükûmet ricâli ve ne de mürîdânı muktedir olamadığı görüldükde esnâ-yı va’zında
               bunu hikâyeden sonra “Kizb ü ihtilâkın cezâsı, recm ü ihtirâktır. Şeyh Efendi’nin da’vâ etdiği
               kerâmet şu cezâyı neden men’ edemiyor?” diyerek hasma ârız olan kazâda kerâmet iddi’âsının
               abes olduğunu anlatdı.
                      Şeyh  Efendi,  dîvânında  matbu’  olan  eş’ârıyla  ulemâyı  [227]  ve  hâssaten  sâhib-i
               tercemeyi hicvetmişdi. Bunu işittikde yine esnâ-yı va’zında hicviyâtı okuttukdan sonra “ve’ş-
               şu’arâu  yettebi’uhümu’l-ğâvûn  elem  terâ  ennehum  fi-külli  vâdin  yehîmûn  ve  ennehum



                                                           73
                                                           77
   73   74   75   76   77   78   79   80   81   82   83