Page 243 - 6-8
P. 243

Amasya Tarihi Cilt: 10
               Amasya Tarihi 9-12. Cilt                                                           Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR

               temâm itmezsiz İbâd Çelebi dahi başım mesâbesindedir dimiş idi diyü nakle gazab ve bu tarîkle
               itmâm-ı nakl itmegi taleb idüp baş re’îs-i a’zâ-yı insânî ve mecma’-ı havâss-ı hamse-i zâhirî vü
               nihânî olmağla ol iki fâzıla tefevvuk da’va idermiş. (ayn)
                     Kendi şâhid o da vâhid [173] o da zûr”.
                     Mahdûmu Şerîf Ali Efendi tahsîl-i ilm etdikten sonra Gazanfer Ağa müderrisi iken 1003
               zilhiccesinde şu’ûruna halel gelip ma’zûlen 1020 hudûdunda vefât etdi. Pederi gibi delişmen
               idi. Bunun oğlu Mehmed Çelebi genç iken vefât edib sülâlesi kesildi.
                     Kerîmesi  Rukiye  Hâtun  olup  dâmâdı  Amasya  eşrâfından  Yahyâ  Çelebi  bin  Mehmed
               Çelebi’dir.  Bunun  mahdûmu  es-Seyyid  Şükrullâh  Efendi  “İbâdzâde”  demekle  meşhûr  olup
               evlâdına  “İbâdzâdeler”  dendi.  Bunlardan  es-Seyyid  Abdullah  Efendi  1142’de  mevâliden
               olmuşdu.

                     Zeyneb Hâtun-Muslihîzâde
                     Amasyalıdır. Amasya kadısı “Molla Beylik” demekle meşhûr olan Mevlânâ Nizâmeddîn
               Abdurrahmân Çelebi bin Şemseddîn Mehmed Şâh Muslihî kerîmesi ve Kazasker Molla Vildân
               Mehmed Çelebi hemşîresidir. Amasya’da zâviyesi olan Selâmet Hâtun’un kız kardeşi olduğu
               kuyûd ile sâbittir. [174]
                     Peder ve birâderlerinden ulûm-ı şer’iyye ve edebbiyyeyi ahz edib meşâhîr-i ulemâ ve
               üdebâdan  İmâdzâde  İshâk  Fehmî  Efendi  ile  te’ehhül  etdi.  Fâzıl  bir  erkekten  ziyâde  ibrâz-ı
               fazîlet  ederek  pek  çok  ulemâya  münâzara  ve  mübâhase-i  ilmiyyede  tefevvuk  u  rüchânını
               gösterdi.
                     Şâyân-ı hayret fazl ü zekâya mâlik olup üdebâ ve şu’arâyı fesâhat ve belâgatiyle teshîr ü
               hayrân  ederdi. Zevci  Fehmî Çelebi de ulemâ ve şu’arâdan olduğu  hâlde ilm  ü şi’riyle ona
               tefevvuk etmişdi. Bir gece Fehmî Çelebi câriyesiyle beraber yatakta uyurken görüp yaptığı bir
               gazeli yastığının üstüne bırakmışdı.
                     Osmancık’ta elime geçen bir mecmû’ada bu gazeli görüp derhâl istinsâh etmişdim. O
               gazelinden şu beyti nakl eyledim:

                            Hased ol rinde kim her gice bâdâm-i rû-magz-âsâ
                            Yatur dildâr ile pehlû-be-pehlû bir firâş üzre

                     Zevci  Fehmî  Çelebi  buna  cevâben  bir  gazel  yazıp  i’tizâr  etmişdir.  Fakat  her  ikisinin
               gazelinde  [175]  karı  koca  arasındaki  husûsiyyet  olduğundan  gazellerini  nakl  etmemişdim.
               Sonra bu gazelleri yandı. Nakl etdiğim bir beyti kurtuldu. Nakl etmediğime pişmân oldum.
                     Latîfî Çelebi “Tezkire-i Şu’arâ”sında diyor ki “nâdire-i hikmet-Rabb, zeynü’n-nisâ a’nî
               Zeyneb gaferallâhu zunûbeha ve uyûbehâ-Kastamonu diyârından bir merd-i hünerverin duhter-
               i sa’d-ahteri idi. Sâhibe-i iffet-i dû-şîze ve muhaddere-i pâkize idi.”
                     “Cins-i ünsâda ve sınf-ı nisvânda nâdire-i rûzgâr ve mestûre-i pür-iştihârdır. Lutf-ı tab’ını
               halk-ı cihân isti’câb ve nüktedânân-ı devrân istiğrâb ederlerdi. Pederi cevherinde kâbiliyyet ve
               zihninde zekâvet görüp her dürlü fenden ve her dürlü ilmden ta’lîm edib Fârisî dîvânlar ve Arabî
               kasîdeler okutmuş.
                     Tahsîl-i ma’rifet ve kesb-i kâbiliyyet etdikten sonra (ayn) “Çün ma’ânî cem’-gerded şâirî
               âsân-bûd”  mefhûmunca  tab’ında  selâkat-i  şi’riyesi  olmağın  Fârisî  vü  Türkî  eş’ârla  Sultân
               Mehmed nâmına dîvân tertîb etmişdir. Bu matlâ’-ı Fârisî [176] ânın eş’ârındandır:

                            Zülf eğer nist hevâ-dâr-ı kad-i bâlâ-yet
                            Hem çû men ser-beçe-i Rûmî nihed ender pâ’yet

                      Ve bu şi’r-i meşhûr dahi anındır:
                            Keşf it nikâbını yeri göğü münevver it.



                                                           236
                                                           242
   238   239   240   241   242   243   244   245   246   247   248