Page 216 - 1-4_2
P. 216
Amasya Tarihi 1-4. Cilt Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
[2] Fa'âliyet ve hamiyyetin, iktidâr ve meziyyetin bir timsâl-i belîgu'l-beyânı olan
evkâf-ı hümâyûn nâzır-ı âlî-şânı Hayri Beyefendimiz hazretlerinin hüsn-i nazar-ı
ma'ârif-perverâneleri bu cildin tab'ını teshîl buyurduğu cihetle teveccühât-ı mekârim-gâyât-ı
kadr-dânîlerinin tevâlî eden eltâfına arz-ı şükrân eylerim.
Amasya Müverrihi Hüseyin Hüsâmeddîn
12 Rebî'u'l-Evvel 1332 [3]
Bismillâhirrahmânirrahîm
BİRİNCİ BÂB
Amasya Sancağı'nda meskûn olan akvâm ile tâbi' oldukları "Tûrân, Pont, Roma, Arab,
Rûm, Dânişmendî, Selçûkî, İlhânî, Türkmânî, Osmânî" nâmlarıyla meşhûr olan hükûmât-ı
muhtelife zamânlarında cereyân eden vukû'âtı ve sancağın idâresini der-uhde eden zevâtı
ma'lûm olabildiği kadar beyân eder. Binâ'en-aleyh birinci bâb, bir medhali ve on faslı hâvîdir.
Şu fusûlün ihtivâ etdiği asırlar üç bölük olup şems-i tâbân-ı İslâmın tulû'undan
mukaddem geçen asırlara "Kurûn-ı Ûlâ"; hicret-i seniyyeden İstanbul'un fethine kadar mürûr
eden senelere "Kurûn-ı Vustâ" ve ba'dehû te'âkub eyleyen yıllara "Kurûn-ı Ahîre" denir.
Binâ'en-aleyh bu kitâbda vekâyi'in senelerini göstermek üzere târîh-i hicrî ihtiyâr edilmişdir.
[4]
MEDHAL
Hâl-i hâzırda Amasya Sancağı'nda meskûn olan akvâm, "Tûrânî ve Âryânî" olmak
üzere iki unsur-ı mühimden teşa''ub etmişdir. Her ikisi de Yâfes bin Nûh (aleyhi's-selâm)
evlâdından oldukları mervî olup neslen bir unsura müntehî demekdir. Ancak diyânet i'tibâriyla
iki fırka olup biri ehl-i îmân, diğeri Hıristiyândır.
Amasya Sancağı'nda ehl-i îmân, bir mikdâr Kürdlerle beraber bütün Türk millet-i
hâkimesinden ibâretdir. Türk millet-i mu'azzamasının mevcûdiyyet-i hâliyesi, azamet-i
sâbıkasının delîl-i zî-hayâtı ve cihân-gîr olduğu zamânlarını ihtâr eden târîh-i celâleti, fezâ'il-i
milliyesinin manzûme-i beyyinâtıdır.
Türkler'in isti'dâd-ı fıtrîleri, her türlü ulûm ve bedâyi'in, ma'ârif ve sanâyi'in ahz u
ibdâ'ına gâyet müsâ'id ve kâbiliyyet-i ezeliyyeleri fikren ve seyfen her türlü terakkiyât-ı
medeniyyeyi ihrâzda son derece mükemmel olduğu ezmine-i kadîmeden beri devâm eden
varlıklarıyla müsbet bir hakîkat-i târîhiyyedir.
Türkler'in cihânı hayretlere ilkâ eden satvet-i sâbıkası, yalnız zûr-ı bâzû ile husûle
gelmiş bir şecâ'at-i medeniyyeden ibâret olmadığını tedkîk edenler, şu satvet ve celâlet-i
târîhiyyenin devâm-ı ikbâli pek çok ibdâ'âta, levâzım-ı harbiyyeyi i'dâd eden pek çok sınâ'âta
ve bunları hüsn-i isti'mâl edecek efkâr ve hissiyât ve ihtirâ'âta mütevakkıf olduğunu suhûletle
takdîr [5] edebilirler. Şu satvet-i cihân-gîrâneyi ibrâz eden Türkler, bunun mütevakkıf olduğu
bu esbâb-ı âliyede bi-hakkın sâhib-i vukûf ve mâhir olduklarını fi'len göstermişlerdir.
"Tabakâtü'l-Ümem"de "Ebu'l-Kâsım Sâ'id el-Endülüsî" diyor ki: "Türkler, nüfûsı çok,
memleketleri büyük ve gâyet cengâver bir millet olup harb u darb ve riyâset umûrunda pek
basîret-kâr olurlar."
"Tabakâtü'l-Fukahâ"da "Tâceddîn Abdulvehhâb bin es-Sübkî" diyor ki: "Bir gün
Me'mûn Halîfe'nin dârü'l-hikmesi hâfız-ı kütübü olan "el-Utbî" nezdinde ahbâr ve eş'âr-ı selefin
cem' u hıfzına me'mûr olan dört millete mensûb üdebâdan dört zât ictimâ' ederek her biri kendi
514
215

