Page 209 - 1-4_2
P. 209

Amasya Tarihi 1-4. Cilt                                                             Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
               Amasya Tarihi Cilt: 1


                      Merzifon Kazâsı'nın şimâl tarafını ihâta eden "Taşan Dağı" Amasya sancağı dâhilinde
               bulunan  dağların  "Akdağ"dan  sonra  en  büyüğüdür.  "Tersakan  Çayı"ndan  i'tibâren  şarkdan
               garba  doğru  uzanıp  Osmâncık  Kazâsı'nda  Kızılırmağa  kadar  imtidâd  eder.  Tûlu  kırk  beş
               kilometre kadar olup mebde'inin arzı yirmi beş kilometre kadar olduğu hâlde müntehâsının arzı
               ancak  sekiz  kilometre  kadardır.  Binâ'en-aleyh  bir  tâbût  şekline  müşâbih  ve  zirvesi  sath-ı
               zemînden bin iki yüz ve hey'et-i umûmiyyesi üç yüzden sekiz yüz metreye kadar yüksek ve her
               tarafı gâyet münbit tarla, şark tarafları orman ve yayladır.
                      Bu  dağın  cenûb  eteklerinde  Merzifon,  Hacıköyü  ve  şimâl  [409]  eteklerinde Havza,
               Köprü  Kasabaları  mevcûd  olup  üzerinde,  yanlarında,  eteklerinde  pek  çok  köyler,  çiftlikler
               bulunmakdadır. Bu dağın mecmû'u vaktiyle "Kedeğra"da ikâmet eden "Husrev Şâh-ı Selçûkî"
               evlâdından "Taşan Bey" için husûsî bir çiftlik olup mu'ahharan kesb-i nüfûz ve iktidâr ederek
               Rûm Vâlîsi "Timurtaş Bey"in 727'de gaybûbetiyle beraber vilâyetde devâm eden keşmekeşden
               bi'l-istifâde bir Selçûk ocağı yakmağa ikdâm etmiş ve ba'dehû "Sultân Eretna Bey"e inkıyâd
               ederek  ufak  bir  emâret  teşkîline  muvaffak  olmuş  idi.  Müşârün-ileyhin  irtihâlinde  kimseyi
               tanımayıp emâret ve "Taşan Dağı"nı makar ittihâz eylediğinden "Taşan Dağı" denmesine bâ'is
               olmuşdur.  El-yevm  "Tavşan  Dağı"  denmekdedir.  Bu  tesmiyeyi  "Bâlî,  Ahmed,  Ali,  Hasan,
               Şâhîn"  Beyler  gibi  evlâd  ve  ahfâdı  bu  dağda  ikâmetle  idâme  ve  bir  kısmını  vakf  edib
               mü'ebbeden  nâmları  kalmışdır.  Bu  âile  ekseriyetle  Merzifon  Kasabası'nda  ikâmet  ve
               akrânından  evvel  himâye-i  celîle-i  Osmâniye'yi  kabûl  ederek  muhârebât-ı  vâkı'ada  isbât-ı
               sadâkat, mukdimâne îfâ-yı hizmet etmişlerdir. Binâ'en-aleyh bir müddet Merzifon Kasabası bu
               Taşanzâdeler'e nisbetle "Vilâyet-i Hâs" unvânını aldığı "Bezm ü Rezm" gibi ba'zı tevârîh ve
               evrâk-ı mahsûsada görülmekdedir.
                      Şu mukaddimenin mütâla'asından müstebân olduğu üzere Amasya Sancağı'nda "Simre"
               nâmıyla  müsemmâ  pek  çok  mevki'ler  görülmüş  [410]  ve  âsâr-ı  Selçûkiyye'den  olduğu
               münâsebetle  kıymet-i  târîhiyyeyi  hâ'iz  bulunmuş  olduğundan  kuyûd-ı  atîkada,  tevârîh-i
               adîdede, pek çok evrâk-ı mahsûsada mestûr olan "Simre" kelimesi hülâsaten şu sûretle îzâh
               olunabilir:
                      "Behcetü't-Tevârîh"de  "Sîmre",  sîn-i  mühmelenin  kesri,  mîmin  sükûnu  ve  râ-i
               mühmelenin fethi ile zabt edildiği hâlde "El-Aylemü'z-Zâhir"de sînin kesri ve mîmin, rânın
               fethi  ile  kayd  edilmiş  ve  sîn  ile  mîm  arasında  bulunan  yâ,  hazf  olunmuşdur.  "Târîh-i  İbni
               Hallikân"ın  zeylinde  "Sımre"  nâmıyla  kayd  olunduğundan  ta'rîb  edildiği  anlaşılmakdadır.
               "Mu'cemü'l-Buldân"da "Saymere", "Haydere" vezninde olduğu gösterilmiş ve mîmin zammı
               ile de mezkûr bulunmuşdur.
                      Şu  esmâ-yı  muhtelife  tedkîk  olunursa  "Sîmûre"  sûretinde  yazılması  lâzımgelen  şu
               kelimenin  imlâsı,  muhtelif  sûretde  yazıldığından  zabt  ve  kayd  ve  telaffuzunda  ihtilâf  hâsıl
               olduğu  anlaşılır. Bu "Sîmûre"den yâ ile vâv hazf olundukda "Simre"  kalacağı şübhesizdir.
               Ba'zıları bu kelimeyi sînin ve rânın fethi, mîmin sükûnu ile "Temre" vezninde; diğer ba'zıları
               da sînin, mîmin ve rânın fethalarıyla "Sehare" vezninde okumuş oldukları görülmekde ise de
               şu kuyûd-ı târîhiyyeye muhâlif olduğu âşikârdır.
                      Zâhir-i  hâle  göre  "Sîmûre"  lafzı  umûm  Uygur  ve  Selçûk  Türkleri'nin  lügatlarında
               mevcûd  olan  "Simurmak"  masdarından  [411]  müştak  ve  bizim  (Osmanlı  Türkleri'nin)
               lugatımızda "Semürmek, Semirmek" nâmıyla mevcûd olduğu anlaşılmakdadır. Binâ'en-aleyh,
               "Sîmûre" ism-i mekân olup "Sîmûrek" lafzından muhaffef ve "semizlenecek, tashîh-i vücûd
               edilecek yer" demekdir. Uygur lugâtında edât-ı mekân olmak üzere mâdde-i asliyenin âhirine
               mâ-kabli meftûh bir kâf-ı sâkine ilâve kılınarak ism-i mekân yapılır. "Sürek" gibi ba'zen fetha
               ile  iktifâ  olunarak  kâf-ı  sâkine  hazf  olunur.  "Makbere"  ma'nâsına  olan  ve  "Signemek"
               masdarından müştak bulunan "Signek - Signe - Sinne" gibi.
                      Bu  "Sîmûre"  Amasya  kurbunda  olduğu  muhakkak  olmakla  beraber  kuyûd-ı  atîkada
               "Simre-i Amasya, Simre-i Alparslan (İlarslan), Simre-i Havza, Simre-i Koca Kayası, Simre-i
               Kedeğra, Simre-i  Lâdik" nâmıyla altı  mevki'de "Simre"  bulunduğu  ve bunların  cümlesi  de

                                                           196
                                                           208
   204   205   206   207   208   209   210   211   212   213   214