Page 410 - 6-8
P. 410
Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Amasya Tarihi 6-8. Cilt Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Amasya’da tedrîs-i ulûma nasb-ı nefs edib pek çok ulemâ yetiştirdi. Yalnız Halfet Gâzi
müderrisliği [486] ile kanaât ederek va’z ü tezkîre, tedrîs ve ifâdeye koyuldu. Ulemâ ve halk,
enfâs-ı müteberrikesinden fevkalâde müstefîd oldu.
Ba’dehû Hâce Sultân Tekkesi şeyhi Cemalîzâde eş-Şeyh Muhyiddîn Mehmed Efendi’den
inâbe edib halîfesi olarak zühd ü riyâzetle, zikr ü ibâdetle imrâr-ı hayât etdi. Bu esnâda Sultân
Bâyezîd kürsi şeyhi olup 930 senesi zilhiccesinin ikinci cum’a günü dâr-ı kudse irtihâl eyledi.
Gâyet fâzıl, ulûm-i şer’iyye ve Arabiyyede mütebahhir, usûl ü fürû’da imâm-ı asr olup
gâyet zâhid, âbid, müteşerri’, Halvetî-meşreb, Hânefî-mezheb, ilm-i tefsîr ü hadîsde yegâne-i
rüzgâr idi.
Ekser-i mütûn-ı fıkhıyye, tefsîr-i Beyzâvî, ekser-i kütüb-i ehâdîs ezberinde olup fuzalâ-
yı Arab usûlü üzere dersi ezberden takrîr ederek Levh-i mahfûzdan hall-i müşkilât eylerdi.
Tetkîk-i delâ’il, tahkîk-i mesâ’il, hall-i müşkilât husûsunda bî-nazîr idi. Gâyet sâlih, müteverrî,
mazınne-i kerâmet bir zât idi. [487]
Hazret-i Risâlet-penâh Efendimiz’i pek çok ve Cenâb-ı Hakk’ı on defa rü’yâda ve Levh-
i mahfûzu yakazada görüb şübhelerini arz u hâl ederdi. Rü’yet-i Nebeviyye hakkında bir kitâb,
Sûre-i İsrâ’nın tefsîri hakkında “Mi’râcü’l-ulâ fî tefsîr-i sûreti’l-İsrâ” adlı bir eser te’lîf etdi.
Nüzûr ve sadakâtı kabûl ederek habbesini zâyî etmeyip arasta içinde latîf bir mescid-i
şerîf binâ ve bunlarla aldığı emlâki bu hayrâtının mesâlihine vakf ve sâ’ir fukarâ ve talebe-i
ulûma îsâr etdi. Mescid-i şerîfi Molla Bahşî Mescidi diye meşhûr ve ma’mûr idi. 190
Kendisi, medfûn olduğu kabrinin havâlisinde olan tarlasının ve Akbilek Bağları demekle
meşhûr mevki’de kâin bağlarının mahsûlüyle geçinirdi. Bu bağlar vaktiyle Hekim Bağları
demekle ma’rûf iken mu’ahharan Akbilek Bağları demekle meşhûr oldu.
Allâme müşârün-ileyhin bileğinde dolanı aklık olduğundan Akbilek demekle iştihâr
etmişdi. Kabr-i şerîfi Akbilek [488] Bağlarının müntehâsında yüksek tarlanın kenarında yola
nâzır bir yerde olup ekser ulemâ yakın zamanlara kadar kabrini ahyânen ziyâret ederlerdi.
Kâtib Çelebi “Süllemü’l-Vüsûl ilâ Tabakâti’l-Fuhûl” adlı eserinde müşârün-ileyhin
tercemesi başında “El-mevlâ el-âlim el-fâzıl Bahşî Halîfe es-Sonisavî” diyor. Bahşî Halîfe’nin
Sonisalı olduğunu yazıyor. Sonisalı olan bu Bahşî Halîfe değildir. Kemaleddîn İbrâhim Dede
Cönkî Efendi’nin pederi olan Bahşî Halîfe’dir.
Edirneli Mecdî Mehmed Efendi “Terceme-i Şakâyık”da şöyle yazıyor: Mevlânâ
Amasyalı Bahşî Halîfe rahimehullâhü Te’âlâ kasaba-i mezkûre muzâfâtından bir karyede
vücûda geldi. İşte bu karye, doğrudan Amasya’ya muzâfe olup iki sâ’at bu’d mesâfede olan
Kızılca köyü olduğu kendi imzâsından anlaşıldı. Ahmerî, Kızılcalı demektir.
“Terceme-i Şakâyık”da bu zâtın tercemesinde şöyle yazılıdır: “İlm-i fıkh ve fenn-i
tefsîrde yed-i tûlâsı olup ekser-i tefâsîr-i şerîfe hıfzında idi. Mecâlis-i sâmiyesinde fünûn-i âliye
[489] den ders tarîkiyle ifâde eyledikten mâ’adâ meclis-i va’z ü tezkîr akd eyleyip çok kimseye
menâfi-i kesîresi dokunur idi. Esnâ-yı musâhabet-i ilmiyyede ba’zı kelimât-ı fezâ’il-i âyât için
Levh-i mahfuz ve rakk-ı menşûrda böyle mensûrdur. Ben gördüm deyû nakledip alâ vechi’t-
tahkîk-i tevsîk eder idi.
Bu makûle cevâb-ı sevâb nisâbında hatâsı zâhir olmayıp safha-i ğaybdan nakl etdiği
kelâm-ı fâ’ik vâki-i hâle mutâbık ve cerîde-i ümmü’l-kitâb ve harîta-i faslü’l-hitâbla muvâfık
idi. Cenâb-ı Resûl-i Ekrem Sallâllâhü Te’âlâ Aleyhi vesellem hazretlerine mirâran âlem-i
vâkı’ada mülâkât edib bu tarîkle merraten bâ’de merratin rü’yetlerini ve kerraten ba’de kerratin
anlarınla sohbetlerini şâmil bir risâle-i bî-nazir tahrîr eyledi.”
Hanbelîzâde Mehmed Efendi “Dürrü’l-habeb fî Târîh-i Haleb” ve Mehmed el-İzzî de “el-
Kevâkibü’s-Sâ’ire fî-A’yâni’l-Mi’eti’l-Âşira” adlı eserlerinde müşârün-ileyhin terceme-i hâlini
190 Bu mescîd-i şerîfin mesâlihine Gümüş kazâsı dâhilinde Eslemez karyesinde kâ’in oldukça büyük bir çiftlik
vakfedilip tevliyeti evlâdına verilmiştir. Tevliyet ve imâmeti hayli müddet evlâdında kaldı. (Kuyûd)
409