Page 121 - 6-8
P. 121
Amasya Tarihi Cilt: 9
Amasya Tarihi 9-12. Cilt Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR Amasya Tarihi 9-12. Cilt Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Evâil-i hâlinde tahsîl-i ilm ü kitâbet edib Amasyalı Abdullah Efendi’den hutût-ı Olur ahmakların kalbi dilinde
mütenevvi’ayı aldı. 918’de Sultân [386] Selîm-i Evvel taht-ı saltanâta cülûs etdikde İstanbul’a Kalır âkılların sırrı dilinde
gelip Divân-ı Hümâyûn kalemine girdi. Amcasının sâye-i ikbâlinde kâtib-i Divân-ı Hümâyûn
oldu. Sen olmayıcak anı setre kâdir
Sultân Selîm’in vefâtından sonra amcası da vefât ve Sadr-ı a’zam Amasyalı Pirî Mehmed O sırra ola mı hiç kimse sâtir
Paşa da isti’fâ eylediğinden Makbûl İbrâhim Paşa’nın sadâretinde Divân-ı Hümâyûn’dan Velehu
çıkarılıb Yahşi Beyzâde İskender Paşa’ya divân kâtibi oldu. Râz-dâr olur egerçi yara yâr
Bir müddet sonra defterdâr-ı meşhûr Yenicelizâde İskender Çelebi’ye intisâb ederek Sana senden özge olmaz râz-dâr
İstanbul’a gelip sânîyen Divân-ı Hümâyûn kâtibi oldu. 940’da Sultân Süleyman Kanunî Bağdad
seferine gidip 941’de Efendisi İskender Çelebi salben i’dâm edildikde pek ziyâde müteessir Râzını nâdân odur kim gayra der
olup 942 senesi evâilinde İstanbul’a avdetini müteakib vefât etdi. Kâtib, münşî, şâir, hattât idi. Ba’de-zân eydür ki olma perdedir
Divân-ı eş’ârı, “Âb-ı hayat” adlı nesayih ü mevâiz-i edebîyeden bâis risâle-i manzûmesi vardır.
Bu risâlesi kütübhâne-i hümâyûnda görüldü. 989’da Galata Sarayının [387] hâne-i Çünkü kendi sırrına mahrem degil
sagîrinde tâhsil ve terbiyede bulunan Amasyalı Bâlî bin Mehmed’in hattıyla yazılmış bulundu. Pes anı fâş itse gayrı gam degil” [389]
Merhûm Âb-ı Hayat risâlesinde diyor ki:
Hattâb Çelebi-Mevlâna Celaleddîn
Bu silk-i cevheri bu yâdigârı Karahisâr-ı şarkî ricâlinden Ebû’l-Kâsım’ın mahdûmudur. Bir müddet Amasya
Tamâm itdim o dem kalmadı kârı fuzalâsından ahz-ı ulûm etdi. Sonra Şam’a gidip müfessir-i meşhûr eş-Şeyh Alâeddîn Ali et-
Türkmanîden ikmâl-i tahsîl ederek avdet edib Amasya’da tedrîse başladı.
Ve hem şehr-i Amâsiyyede bünyâd Amasya emîr-i kebîri Hacı Şâdgeldi Paşa’nın zaman-ı emâretinde fevkalâde iştihâr edib
Olup durur bu nazm-ı mâna âbâd Atabeg Gâzi Medresesi müderrisi oldu. Manzûme-i Nesefiye’yi Amasya’da şerh edib hayatında
kendi tilmîzi olan Mevlânâ Mikail bin Yûsuf Amâsîye yazdırdı.
Amâsîyye halâyıkını ey ferd Bu şerh-i manzûmenin sonunda şu kitâbe görüldü.
Kazâdan sakla virme birine derd “el-Hattâb bin Ebi’l-Kâsım el-Karahisârî müellifü şerhi’l-manzûmeti’n-Nesefiyye ketebe
anhu hâze’ş-şerhe tilmîzuhû Mikâ’il bin Yûsuf bin Hamza senete isney ve sittîn ve seb’i mi’e.”
İlahî yarlıga yârân ü ceddim “Mikâ’il bin Yûsuf bin Hamza er-Rûmî el-Amâsî” diye kendi hattıyla muharrer hayli
Recâ-yı lütfuna yok gerçi haddim. kitâb görüldü. Bu kitâbı 762 tarihinde Amasya’da müellifinden yazdığı anlaşılır. Sahîb-i
tercemenin [390] evlâd ve ahfâdı Amasya ve Bursa’da görüldü. 747’de Amasya’da tanzîm
Ah Amasya! Beni kendi uğrunda yıllarca fedakârane ve kimseden yardım görmeksizin edilen Fahreddîn Cevherî Vakfiyesine şâhid oldu. 767’de vefât etdi.
çalıştıran ve bu şâir-i kadir-şinâsı sükkân-ı kirâmına duâ-hân eden, seni bütün maarifiyle, Fâzıl, gâyet fakîh, usûl ve fürûda mâhir bir zât-ı sütûde-simat idi. Mahdûmu Alâeddîn Ali
sanayiğiyle hayrat ü evkâfıyla müessesât-ı diniyye ve medeniyyesiyle asırlarca yükselten âl-i bin el-Karahisârî Yıldırım Bâyezîd devrinde kibâr-ı ulemâdan ve hafîdî Mevlâna Muhyiddîn
cenâb, keremkâr, kadir-şinâs ricâlin ve senin şerefindir. Mehmed bin Ali bin el-Karahisârî de sudûr-ı fuzalâdan görüldü.
Latîfi Çelebi Tezkîre-i Şu’arâ’sında diyor ki: “Hızrî-i [388] Amâsyevî rahmetullahi Mevlânâ Celaleddîn Hattâb Karahisârî’ye muasır bulunan Mevlâna Fahreddîn İlyas bin
aleyh-Erbâb-ı kalem ve ashâb-ı rakam zümresinden idi. Hazreti Hüdâvendigâr-ı neyl-i Nijâd Aksarayî, Mevlâna Bahaeddîn Mehmed Kübrevî, Mevlâna Hüsameddîn Hasan Amâsî,
azm-ı diyâr-ı Bağdad etdiği esnâlarda intikâl etdi. Ve asker feth-i memlekete ve ol dâr-ı âhirete Mevlâna Musliheddîn Mûsa es-Sivasî de fuhûl-ı ulemâdan zevât idiler. Bunları yetiştiren de
gitdi. Mesnevi gûy-ı sade makâl ü makâlâtı bi-nükte vü hayâldir. Netice-i eş’ârı bu matla’dır. Hacı Kutlu Şâh idi.
Matla‘ Hattâb Çelebi-Kara Hisârîzâde
Eşkim içre rûy-i zerdim ey gül-i ra’nâ hemân Amasyalıdır. Mevlâna Alâeddîn Ali bin Mevlâna Celaleddîn Hattâb el-Karahisârî
Suya düşmüş bir hazan berkine benzer bî-gümân mahdûmudur. Ulemâdan ahz-ı ulûm edib Amasya hükümdârı Çelebi Sultân Mehmed Hân
55
Kulûbü’l-ahrâr kubûru’l-esrâr mazmununca fevâ’id-i ketm-râz ve fazilet setresi devrinde kibâr-ı müderrisînden olup 817’de Şeyh [391] Cûî hilafet-nâmesinde ve 826’da tanzîm
beyânında bu birkaç beyit onun Âb-ı Hayat nâm kitâbındadır. edilen Paşa Hâtun bint el-Hâc Osmân Paşa vakfiyesinde şâhid görüldü. Bâ’dehû vefât etdi.
Mesnevi Halfet Gâzi-Emîr Mübarizeddîn Halife Alp
Dilâ sır saklamak âkıllarındır Amasyalıdır. 622 tarihli vakfiyesinde mezkûr ve medresenin kapısı bâlâsında mahkûk
Anı keşf eylemek câhillerindir olduğu üzere Emîr Tulî Bey bin Türkan Şâh bin Emîr Şehâbü’d-devle Güdül Bey bin Konaş
Bey’in mahdûmudur.
Pederinin hayatında ümerâdan olup 615 hudûdunda emîrü’s-sevâhil ya’nî Karadeniz
55 Bu cümle-i Arabiyyenin tam Türkçesi “urların dili, gîzlerin sînidir.” Çünkü eski Türkçemizde “Ür”, hür, Hurr muhâfızı oldu. Ba’dehû Sultân Alaeddîn Keykubad’ın emrine imtisâlen şehzâdegân-ı
demekdir. Orhan, Hurhân demektir. Dil, kalb manasına da müsta’meldir. İranîler bunu alıb “dil” demişlerdir. Selçûk’dan olup Amasya emâreti için birbiriyle uğraşan iki melikşâhı ber-taraf ederek
“Gîz” sır demekdir. Gizlemek bundandır. “Sîn” de kabir demekdir.
110 111
120