Page 322 - 6-8
P. 322

Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
               Amasya Tarihi 9-12. Cilt                                                           Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR

               zamânlarda daha yükselmişdi. Amasya şehrinin medâr-ı iftihârı olan ricâl ü ulemâdan biri bu
               zât-ı sütûde-simâttır.

                     Sinâneddîn Yûsuf Bey-Yularkısdızâde
                     Amasyalıdır.  Meşâhîr-i  ümerâdan  Yularkısdı  Sinan  Paşazâde  İskender  Bey’in
               mahdûmudur. Züamadan ve ceddi evkâfına mütevellî olup Kafkas muhârebâtında mîrlivâ oldu.
               Bir kaç sancâk beyi olup 996 hudûdunda vefât etdi. Mahdûmu Ali Bey’dir.
                     Ulemâdan diğer el-Hâc Sinan Çelebi bin Ali de ricâl-i ma’rûfeden olup bu esnâlarda vefât
               etdi. Diğer a’yândan Çakaloğlu el-Hâc SinânÇelebi bin Mehmed Çelebi de 998 hudûdunda
               vefât etdi. Bu da ricâl-i ma’rûfeden Çakallar’daki bağları meşhûr idi.

                     Sinâneddîn Yûsuf Efendi-Şeyhü’l-harem, el-Hâc
                     Amasyalıdır.  Üçler  Mahallesi  halkından  Mûsâ  bin  Süleyman  [445]  bin  Abdullah’ın
               mahdûmu  olduğu  kendi  kitâbının  zahrında  görüldü.  Üçler  Mahallesi’nde  913’de  doğdu.
               Bahşîzâde  eş-Şeyh  Ya’kûb,  Bahşî  Efendi’nin  tilmîz ü dâmâdı  Hakalalı  es-Seyyid  eş-Şeyh
               Muhyiddîn Mehmed, Şeyh İmâdzâde Musliheddîn Mûsâ Efendilerden ikmâl-i tahsîl ederek
               mücâz oldu.
                     Ba’dehû İstanbul’a gidip Allâme Muhaşşî Sinan Efendi’nin halka-i tedrîsine mülâzemetle
               ondan  dahi  tedrîse  mücâz  oldu.  Neş’e-i  uhreviyyesi  tab’ında  gâlib  olduğundan  i’âde  ve
               mülâzemet fikrinden geçip Amasya’ya avdetle ders-i âm olarak yıllarca tedrîs-i ulûm etdi.
                     Fazl ü kemâliyle fevka’l-âde iştihâr eylediğinden 975’de vefât eden Cum’a Efendi’nin
               yerine  Hızır  Paşa  müderrisi  oldu.  980’de  altmış  akçe  vazîfe-i  yevmiyye  ile  Mehmed  Paşa
               müderrisi olarak büyük ri’âyet gördü. Bunu da hoş görmediğinden 984’de müderrisliği terk
               edib Hicâz’a gitdi.
                     Ba’de’l-Hacc  Mekke-i  Mükerreme’de  mücâvir  olup  Harem-i  şerîfte  tedrîs-i  ulûm  ve
               mevâsim-i  hacda  her  taraftan  gelen  Türkler’e  va’z  ü  nasîhat  ederek  fazl  ü  irfânı,  zühd  ü
               takvâsıyla [446] kendisini ulemâ-yı Haremeyne ve ahâlisine tanıttı. 988’de Şeyhü’l-harem olup
               Mekke ulemâsına riyâset etdi.
                     Bu şöhreti de kendisine âfet bildiğinden 994’de Harem-i şerîf meşîhatinden de vaz geçip
               Amasya’ya avdet ve halktan ihtiyâr-ı uzlet ederek hânesinden dışarı çıkmadı. İbâdât ü tâ’âta
               mülâzım olduğu hâlde 1000 senesi rebîülâhirinin yirmi yedinci cum’a gecesi dâr-ı kudse intikâl
               etdi.
                     Gâyet fâzıl, muhakkik, müfessir, muhaddis, kâffe-i ulûmda mütebahhir, usûl ü fürû’da
               mâhir, gâyet zâhid, vâ’iz, müteşerri’, âbid şöhretten müctenib, mütevâzı’, vakâr u temkîn sâhibi,
               mazınneden bir zât-ı şerîf idi. Mekke-i Mükerreme’de ikâmeti esnâsında Kur’ân-ı Kerîm’de
               muharremâta delâlet eden âyât-ı kerîmeyi cem’ ve bunları doksan dokuz bâba taksîm ederek âlî
               bir tefsîr te’lîf edib “Tebyînü’l-Mehârim” adıyla tesmiyye etdi.
                     Bu  tefsîr-i  şerîfi  beyne’l-ulemâ  pek  makbûl  u  mergûb  olup  fuzalâ-yı  müte’ahhirîn
               kitâblarında  bundan  hayli  fevâ’id  [447]  nakl  etmişlerdir.  Üstâd  u  şeyhi  eş-Şeyh  Ya’kûb
               Efendi’nin  dâmâdı olup  mahdûmlarından  eş-Şeyh Ya’kûb, Es’ad Efendiler pek meşhûrdur.
               Şeyh Ya’kûb Efendi evlâdına şeyh Ya’kûbzâdeler ve Es’ad Efendi evlâdına “Sinânzâdeler”
               dendi.
                     Rivâyet  edildiğine  göre  müfessir-i  müşârün-ileyhin  refikası,  kadir-nâ-şinâs  bir  kadın
               olduğundan hayli ezâ ve cefâ edermiş, kendisini talaka teşvîk edenlere “O, benim şeyhimdir.
               Onun ezâ ve cefâsına tahammül sâyesinde umduğumu buldum. Onu nasıl tatlîk edebilirim.”
               dermiş.
                     Amasya Mekteb-i rüşdiyyesinde ikinci mu’allimimiz olan Şeyhzâde Hâfız eş-Şeyh el-
               Hâc Mehmed Ali Efendi üstâdımız esnâ-yı dersinde tayy-i mekândan bahs ederken demişdir
               ki:




                                                           315
                                                           321
   317   318   319   320   321   322   323   324   325   326   327