Page 236 - 1-4_2
P. 236
Amasya Tarihi 1-4. Cilt Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Lazlar, Avar tîresinden "Lekz" demekle meşhûr oymaklarından bir kavm-i şecî' olup
"Menâzıru'l-Avâlim, Râmûzu'l-A'yân" nâm eserlerde Lazlar'ın Lekzîler'den türemiş oldukları
mestûrdur. Binâ'en-aleyh Lazlar'ın Türk oldukları muhakkakdır.
Çünkü Türkler'in Asyâ-yı Garbî ve Avrupa'ya akın etdikleri esnâda Lekzler'in bir kısm-ı
mühimmi Karadeniz sevâhilinde Trabzon 241 vilâyetinde ikâmet etdikleri ve bunlara Bizans
hükûmetinin "Lâzik" nâmını verdiği meşhûr olup Asyâ-yı Garbî'de kalan Lekzler "Lâz" ve
Asyâ-yı Şarkî'de kalanlar dahi "Lâzikî, Lâzkî, Lezkî" demekle benâm olmuşlardır.
"Lekz ve Lekâz" kelimeleri "alkaz, alkâz, alankaz, alankâz" lafızlarından muhaffef olup
bizim "alaz" dediğimizdir, ya'nî yanmış âteşin yalını, alını, alavı ve en keskin yeri ma'nâsınadır.
Binâ'en-aleyh Lekzîler'in Avarlar'dan oldukları ve Lazlar'ın da bu Lekzîler'den bulundukları
şübhesizdir.
Türkler'in diyânet-i kadîmesi ve kabûl-i İslâmı bahsine gelince, onlar esâsen [55] ikrâr-ı
vahdet üzere meftûr ve îmân-ı âhiret üzere mecbûl oldukları cihetle bütün ef'âlinde vahdet
hissiyâtı nümâyân olur. Türkler'in hânları ne kadar çok olsa bile bir hâkâna itâ'at, izzet-i
nefsâniyyeleri ne kadar kıymet-dâr olsa bile mutlakâ büyüğe hürmet, herhangi dîn ve mezhebe
sâlik olurlarsa yine Allâh'ın birliğini tasdîk etmekde sebât etmeleri bu hissiyât-ı fıtriyyenin birer
muktezâsıdır.
Türkler herhangi fi'le teşebbüs etmişler ise onda teferrüd etdikleri görülmüşdür. Meselâ
ilm-i tefsîr ve âdâb-ı Arabiyye'de Ebu'l-Kâsım Zemahşerî, Ebû Nasr-ı Cevherî ve ilm-i hadîsde
sahîhayn sâhibleri Muhammed-i Buhârî, Müslim-i Nîsâbûrî ve ilm-i hikmet ve tıbda Ebû Alî
bin Sînâ, Ebû Nasr-ı Fârâbî ve ilm-i fıkıh ve usûlde Şemsü'l-e'immeler ve ilm-i kelâmda Ebû
Mansûr-ı Mâturîdî ve ilm-i münâzarada Ebû Zeyd ed-Debûsî, Fahru'l-İslâm el-Bezdevî ve ilm-i
hatda Yâkût-ı Musta'simî, Hamdullâh-ı Amâsî ve vahdet-i ilâhiyyeyi âmir olan dîn-i İslâmın
neşr ve müdâfa'asında Selçûkîler ve bilhâssa Osmânlılar, mesleklerinde teferrüd etmiş olan
Türk dâhîleri o hissiyât-ı âliyenin birer burhân-ı belîğidirler.
Türkler'in diyânet-i kadîmesi tevhîd-i İlâhî esâsı üzerine mü'esses olduğu ve bu esâsı
takrîr ve takviye için Türkler'den peygamber geldiği bâlâda tercümesi nakl edilen müdevvenât-ı
târîhiyyenin şehâdetinden müstebân olmuş idi.
Türkler'in i'tikâd-ı kadîminde ma'bûd-ı hakîkî, vâhid-i hakîkî olarak tanıdıkları Hak
Ta'âlâ Hazretleri'ne zâtında, sıfâtında, ma'rûfiyyetinde tek 242 [56] olmuş, birlik zâtında
münhasır kalmış ma'nâsına olan "tegri, tagrı, tangrı" ve taraf-ı İlâhiyye'den kitâb ve haber
veren, kullarını irşâd ve takviye eden elçilerine ya'nî peygambere "yalvâc, yâlvâc, yâlgâc" 243
ve peygamberlerin getirdiği kitâba "nûy, nûyî, nûyîk" 244 demişlerdir.
Türkler, yalvaclarını dîn ve dünyâ umûrunda birer hâdî-i müncid, zahîr-i mürşid
bildikleri cihetle onlara son derece itâ'at ederek emirlerini îfâda fedâ-yı cânı ayn-ı sa'âdet
bilmişler ve her milletden ziyâde yükselmişler idi. Tanrı Ta'âlâ Hazretleri " Ve rüsulen kad
kasasnâhüm aleyke min kabli ve rüsulen lem naksushüm aleyke" 245 buyurduğu vech üzere
Resûl-i zî-şân sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz Hazretlerinden mukaddem kullarını tarîk-i
hidâyete sevk ve irşâd için her millete yine kendilerinden binlerce peygamberler gönderdiği
241 Trabzon, tevârîh-i Arabiyye'de "Tebârende, Tebârîte, Tarâbende, Tarâbzende" sûretlerinde muharrer ve
"Tebârît, Tebârûn" lafızlarından muharref olduğu meydândadır. Binâ'en-'aleyh Lazlar'ın Trabzon havâlîsine
vürûdlarından mukaddem Türkler'den Tîbârîtler'in meskeni olduğu şübhesizdir.
242 "Tek" lafzı "tang ve teng" lafızlarından muhaffef olup bir olmuş nesneye denir. Bir etmek ma'nâsına olan
"tangmak" masdarından me'hûzdur. Bunun lâzımı olan "tangrımak ve tengrimek" masdarından me'hûz
"tangrık" lafzından muhaffef "Tangrı, Tagrı" sîga-i vasfiyyesi mütevahhid ve müteferrid ma'nâsınadır.
243 "Yâlgâc", doğru yola sevk edip imdâd ve kuvvet verip irşâd etmek ma'nâsına olan "yâlgamak¨ ve yâlvamak"
masdarından me'hûz olup resûl-i hâdî ve mürşid-i kavî ma'nâsınadır. Yalvarmak, istimdâd etmekdir.
244 "Nûyîk", kurbiyyet kazanacak şey demekdir. Karîben tavzîh olunur. Acemler bunu "nuvî" şeklinde isti'mâl
etmişlerdir.
245 Mü’min, 40/78. (Ed.)
534
235