Page 237 - 1-4_2
P. 237

Amasya Tarihi 1-4. Cilt                                                             Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
               Amasya Tarihi Cilt: 2


               rivâyet-i sahîha ile sâbit olup Türkler'den gelen peygamberlerden ya'nî yalvaclardan "Şerhu
               Esmâ'i'l-Mürselîn"de mestûr olduğu üzere şunlar ma'lûm olabilmişdir:
                      1- Emûn: Hemzenin fethi, mîmin zammı ile mazbût olduğuna nazaran "sa'y u gayret
               etmek, renc ü zahmet çekmek" ma'nâsına olan "emgemek" [57] masdarından me'hûzdur. Emek,
               emgek hulâsası  ma'nâsına  olan  "emgûn"  lafzından  muhaffefdir.  Emûr  (emgûr,  sa'y  ve
               mücâhede etmiş olan) ve emît (emgît, mücâhede edecek şey ya'nî hayât) ve emîc (emgîc, sa'y
               ve mücâhede eden) kelimâtı bunların fer'idir.
                      2- Ümîd: Hemzenin zammı, mîmin kesriyle "umacak şey" ma'nâsına olup "ummak"
               masdarından me'hûzdur. Umâc (tarhana gibi bir ta'âm), umâg (âl, ehl ve nesl), umanc (tama',
               tevakku'), umur (ricâ ve tevakku' eden), uman (umucu) kelimâtı bunun fer'idir.
                      3- Berâh: Bâ-yı muvahhide ve râ-i mühmelenin feth ve meddi ve âhirinde hâ-i mühmele
               ile "zî-vücûd" ma'nâsına olan "berâg, bârâk" lafzının mu'arrebidir. Türkler'den Baraklı oymağı
               meşhûrdur.
                      4- Tâhîm: Tâ'nın feth ve meddi, hâ-i mu'cemenin kesri ve âhirinde mîm ile "bir şeye
               konmuş alâmet ve lâzım" ma'nâsına olan "tâgîm" lafzının mu'arrebidir. Bu zâta "Tâmûh" dahi
               dendiği  mestûr  olduğuna  nazaran  "âbid"  ma'nâsına  olan  "tâbûy"  kelimesinin  mu'arrebi  ve
               nebiyy-i müşârün-ileyhin lakabı olmalıdır.
                      5- Cûsân: Cîmin zammı, sâd-ı mühmelenin feth ve meddi ve âhirinde nûn ile "tecrübe
               görmüş re'îs-i kavm" ma'nâsına olan "kûsân" lafzının mu'arrebidir. Kûsân, Türkistân'da meşhûr
               bir belde olup kadîmen hüsn ü cemâl, lutf-ı hısâl ile meşhûr Harlahiye (Karlıg) Türkleriyle
               meskûndur. Kûsân beşûş ve mütebessim bir zât olmalıdır ki kendisine "Güldic" lakabı verilmiş
               ve kitâb-ı mezkûrda "Celdîc" dendiği mestûr bulunmuşdur. [58]
                      6- Harkîl (Hırkîl): Hâ-i mu'cemenin feth ve kesri ve kâf'ın kesri ve râ-i mühmelenin
               sükûnu ve âhirinde lâm ile "müntahab, güzîde ve irkin" ma'nâsına olan "İrkîl, Irkıl" lafzının
               mu'arrebidir.  Irkıl,  Oğuz  Hân'ın  vezîr  ve  müsteşârı  ve  Mâverâ'ü'n-Nehr'de bir sülâle-i
               hükümdârînin cedd-i âlî-tebârî olduğu Türk târîhlerinde mestûrdur.
                      7- Düvîl: Dâl-i mühmelenin zammı, vâvın kesri ve âhirinde lâm ile mazbût olup dâl-i
               mazmûme yerine tâ-i meksûre dahi mestûr olarak "Tivîl" mezkûr olmakla Türk bin Âmûr'un
               ceddi olan "Tîvîl" olduğu bâlâda arz u tavzîh edilmişdi.
                      8- Sâvis: Sîn-i mühmelenin feth ve meddi, vâvın kesri ve âhirinde sîn-i mühmele ile
               "Sâvînc, Sevinc" lafzının mu'arrebidir. Sîvâs şehrinin nâm-ı kadîmi "Sâvis, Sibâs" olup bu zâta
               "Sâvân, Şâvis" dahi denmişdir.
                      9- Sakûn: Sîn-i mühmelenin fethi, kâfın zammı, ba'dehû vâvın sükûnu ve âhirinde nûn
               ile bâlâda usûl ve fürû'u tavzîh edilmiş olan "Sâkûn" lafzıdır. "Feryâd ve ricâ" ma'nâsına geldiği
               gibi "râcî ve nâyih" ma'nâsına da gelir.
                      10- Salâh: Sâd-ı mühmelenin ve lâmın fethi ve âhirinde hâ-i mu'ceme ile meb'ûs ve
               mürsel  ma'nâsına  olan  "Sâlâk"  lafzının  mu'arrebidir.  "Göndermek,  ihbâr  ve  tebşîr  etmek"
               ma'nâsına olan "salgamak" masdarından me'hûz olduğu meydândadır. [59]
                      11- Tâmir: Tâ-i mühmelenin feth ve meddi, mîmin kesri ve âhirinde râ-i mühmele ile
               "Tabgır" lafzından mu'arreb ve muhaffef olup  "âbid  ve  abîd" ma'nâsınadır. Bânın  mîm  ile
               tebâdülü Türkler arasında şâyi' ve emsâli kesîrdir.
                      12- Ânûh: Ayn-ı mühmelenin feth ve meddi, nûnun zammı ve âhirinde hâ-i mühmele
               ile "anılmış, mezkûr olmuş" ma'nâsına olan "angûk, anuk" lafzından mu'arrebdir.
                      13- Gâzât: Gayn ve dâd-ı mu'cemelerin feth ve meddi ve âhirinde tâ ile "gâtât, kâtât"
               lafzından  mu'arreb  olup  "katacak  şey"  ya'nî  mümtezic  ma'nâsınadır.  "Gatış,  katık"  bunun
               fürû'ıdır.
                      14- Katın: Kâfın fethi, tâ-i mühmelenin kesri ve âhirinde nûn ile "birkaç sıra dağlardan
               müteşekkil büyük dağ" ma'nâsına olan "katın" lafzından mu'arrebdir.
                      15- Kedûk: Kâfın fethi, dâl-i mühmelenin zammı ve âhirinde kâf-ı Arabî ile "büyümüş,
               büyük olmuş" ma'nâsına olan "kâtûk" lafzından mu'arrebdir. "Kâte" dahi denir.

                                                           535
                                                           236
   232   233   234   235   236   237   238   239   240   241   242