Page 238 - 1-4_2
P. 238

Amasya Tarihi 1-4. Cilt                                                             Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
                                                                             Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR


                      16-  Lâycû:  Lâmın  feth  ve  meddi,  ba'dehû  yânın  sükûnu  ve  cîmin  zammı  ile
               "azîzü'n-nefs" ma'nâsına olan "îlâygû, îlgû" lafzından mu'arrebdir. "ilecek şey" ma'nâsına dahi
               gelir.
                      17- Nârûn: Nûnun feth ve meddi, râ-i mühmelenin zammı ve âhirinde nûn ile "özü sert
               bir nev' nar ağacına" denir. Bu zâta "Nâcûn" nâmı dahi verilmekdedir.
                      [60] 18- Hâmûn: Hânın feth ve meddi, mîmin zammı ve âhirinde nûn ile "korunmuş,
               himâye ve muhâfaza edilmiş" ma'nâsına olan "âmûn" lafzının aynıdır. "Koru" ma'nâsına olan
               "hâmûn" Fârisî olmadığı meydândadır.
                      19- Hicâh: Hânın kesri, cîmin feth ve meddi ve âhirinde hâ ile "ziyâ, ışık" ma'nâsına
               olan "ışâk" lafzından mu'arreb olup "münevver kimseye" denir.
                      20- Hicîl: Hânın ve cîmin kesri ve âhirinde lâm ile "parıldayan, yeşil" ma'nâsına olan
               "ışıl" lafzından mu'arrebdir.
                      21- Hemîdûn: Hânın fethi, mîmin kesri, dâl-i mühmelenin zammı ve âhirinde nûn ile
               "hayy  (diri  olan)"  ya'nî  "gayretle  idâme-i  hayât  eden"  kimseye  "emîdûn,  emgidûn"  denir.
               "Hemîdûn" bunların aynıdır. Fürû'u "emûn" lafzında zikr edildi.
                      22- Yâsân: Yâ ve sîn-i mühmelenin feth ve meddi ve âhirinde nûn ile "tanzîm ve tezyîn
               eden kimse" ma'nâsınadır. "Yasamak" masdarından me'hûzdur. Türkistân'da "Yâsân" nâmıyla
               müsemmâ bir belde-i meşhûre vardır.
                      23- Yâvik: Yânın feth ve meddi, vâvın kesri ve âhirinde kâf-ı Arabî ile "gâlib ve karîb"
               ma'nâsına olan "Yâvîk" lafzıdır.
                      24- Yahûr: Yânın fethi, hâ-i mühmelenin zammı ve âhirinde râ-i mühmele ile "yağmur"
               ma'nâsınadır. Bâlâda tedkîkâtı geçen "yagur" lafzından mu'arreb olup "Yehûr" dahi denir. Türk
               bin Âmûr evlâdındandır.

                      Şu enbiyâ-i zî-şânın isimleri kitâb-ı mezkûrda mestûr ise de vakt-i [61] nübüvvetleri,
               mevki'-i bi'setleri ma'lûm değildir. Eski Türkler'in i'tikâd etdikleri yalvaclar, adlarının Türk
               olması delâletiyle şu peygamberler olduğu anlaşılır.
                      Türkler bu gibi hâdî-i müncidler, zahîr-i mürşidler sâyesinde vahdâniyyet-i İlâhiyyeyi
               asırlarca mu'tekid, mü'min ve muvahhid olarak bütün Asyâ'ya hâkim-i mutlak olmuşlar idi.
               Ba'dehû Âsûr, Mısır ve Hind ile münâsebetde bulunarak onlara taklîd etmiş oldukları cihetle
               ahlâk-ı fıtriyyeleri, hissiyât-ı milliyeleri rahne-dâr olup Sâbîliği ya'nî Encüm-perestliği kabûl
               etmişler  ve  çok  geçmeden  mevcûdiyyet-i  milliyeleri  tebeddülât-ı  vahîmeye  ma'rûz  olarak
               yek-diğerinden ayrılıp bölük bölük olmuşlardır.
                      Ma'a-mâ-fîh  Türkler,  tapındıkları  yıldızları  ma'bûd  olarak  tanımayıp  vâhid-i  hakîkî,
               ma'bûd-ı  hakîkî  tanıdıkları  Tanrı  Ta'âlâ  hazretlerine  tekarruba  bir  vesîle  ya'nî  şüfe'â
               bilmişlerdir.  Bu  fikr  ve  i'tikâd  üzere  yıldızlara  tapınmışlar,  bunun  netîcesi  olarak  pek  çok
               şe'â'ir-i  müstahsene-i dîn-i  tevhîdi  terk  ederek  Âsûrîler'in,  Mısrîler'in,  Hindîler'in  efkâr  ve
               âdâtına teba'iyyet etmişler idi.
                      Binâ'en-aleyh  tapdıkları  parlak  yıldızlara  Ayây  (Ay),  Utârît 246   [62]  (Utârid),  Sâkît
               (Müşterî),  Sakîk  (Zühre),  Sûgâl 247   (Zühal),  Kûyâş  (Güneş),  Mârîk  (Mirrîh)  ve  yeryüzünde
               bunların nâmlarına yapdıkları heykellere "bayût, bût, pût" ve yıldızların en parlağı olan güneşe
               "hâkim, vâsıl" ma'nâsına olan "Îrîs, Aris" ve ba'dehû galat olarak "Erdîs" ve en büyük re'îs-i
               rûhânîye bu Îrîs'e nisbetle "Îrîsât, Eristât, Erîstây" ve en büyük re'îs-i cismânîye "Nuyât" ve
               bunun oğullarına ve kurenâsına "noyan, noyin" demişlerdir.



               246   Utâr,  bir  kimseyi utandıracak  amel  ve  hareketde  bulunmak,  arz-ı haşmet  etmek  ma'nâsına  olan  "utamak"
                  masdarından me'hûz olup haşîm ve kerîm kimseye denir. "Utamış, utak" bunun fürû'udur. Nisbetinde "utârît"
                  denir.
               247   Sûgâl, "sûgûk ve sûgân" gibi "i'tidâlden hurûc etmek" ma'nâsına olan "sûgmak" masdarından me'hûz olup
                  marsuk kömürüne denir. Bu yıldızdan teşe''üm olunur.
                                                           536
                                                           237
   233   234   235   236   237   238   239   240   241   242   243