Page 248 - 1-4_2
P. 248

Amasya Tarihi 1-4. Cilt                                                             Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
                                                                             Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR


               imâmet-i kübrâ-yı İslâmiyyeye daha müstahak olduklarını etrâfıyla tafsîl ve Bugrâ Hân'ı irşâd
               ederek dâ'ire-i ittihâda almağa çalışdı.
                      Bugrâ Hân, Horasân'ın merkez-i idâresi olan Merv'in ahvâlini ve Horasân'a yeni vâlî
               olarak gelen Ca'fer bin Hanzala'nın ahlâk ve etvârını Türkmenler'den ögrenmiş ve Ca'fer'in
               mesleken  eslâfından  farkı  olmadığını  anlamış  idi.  Aldığı  ma'lûmâtdan  Türkler'in  ya'nî
               Emevîler'in gerek Âl-i Beyt-i Risâlet hakkında irtikâb etdikleri şenâ'âtdan ve gerek bi'z-zât
               Türkler'e îkâ' eyledikleri mezâlim-i menfûreden dolayı Emevîler'den fevkalâde müteneffir olan
               ehl-i îmânın hissiyâtı bütün hükûmet-i Emeviyye aleyhinde olduğunu anlıyordu. Binâ'en-aleyh
               Süleyman bin Kesîr'in teşebbüsâtında bir ciddiyet olduğunu takdîr ederek cevâb-ı muvâfakat
               verdi.
                      Bundan sonra Balasagun hükümdârı Bugrâ Hân, Fergana hükümdârı Bilatây Hân bin
               İlter Hân, Buhârâ hükümdârı Toguk Hân ve Hazar hükümdârı Kuduz Hân kendi memleketleri
               dâhilinde dîn-i İslâmı neşre [89] çalışıyor, müslim Türkler'e imâmet için du'ât-ı Âl-i Abbâs'dan
               ya'nî cem'iyyet-i Abbâsiyye komitesi efrâdından birer zâtı nasb ederek hânedân-ı risâletin ve
               Âl-i  Abbâs'ın  muhabbetlerini  müslim  Türkler'in  gıll  u  gışdan  sâfî  olan  kalbine
               yerleşdiriyorlardı.
                      İşte bu esnâda 120'de Ca'fer bin Hanzala'nın yerine Nasr bin Seyyâr Horasân vâlisi
               oluyor, fakat Horasân ve Heytal taraflarından cem'iyyet-i Abbâsiyye günden güne tekessür
               ediyordu.
                      Nasr  bin  Seyyâr,  Türkler'in  ahvâlini  daha  yakından  bildiği  münâsebetle
               müsâ'ade-kârâne bir meslek ta'kîb ediyor, 123'de Sogd ve Fergana cihetlerinde nümâyân olan
               harekâtı basdırmağa çalışıyor, derhâl musâlaha akd ederek vefât eden Toguk Hân'ın yerine
               Buhârâ  hükümdârı  olan  müslim  Sogdîler'den  Kâvsân  (Kûsân  Hân)'ı  kendi  tarafına  celb
               ediyordu.
                      Mülûk-ı Emeviyye içinde Ömer bin Abdül'azîz'den sonra en ziyâde akl u siyâset, insâf
               u adâlet izhâr eden Hişâm bin Abdülmelik 125 rebî'u'levvelinde vefât etdiği gibi cem'iyyet-i
               Abbâsiyye re'îsi el-İmâm Muhammed bin Alî es-Seccâd el-Abbâsî dahi vefât eyledi. Fakat
               vasiyyeti üzere oğlu İbrâhim imâmu'l-cemâ'a olup meşhûr Ebû Müslim Horasânî bu imâma
               nisbet peydâsıyla cem'iyyet-i Abbâsiyye'nin icrâ vazîfesini deruhde etdi.
                      Horasân vâlîsi Nasr bin Seyyâr 128'de cem'iyyet-i Abbâsiyye'nin dehşetini ve müslim
               Türkler'in  bu  cem'iyyete  fi'len  dâhil  ve  gayr-i  müslimlerin  de  mu'în  olduklarını  ve  Ebû
               Müslim'in deruhde eylediği vazîfe-i mühimmeyi tamâmiyle anlayıp [90] bir tarafdan Türkler'i
               celbe  çalışıyor,  diğer  tarafdan  merkez-i  saltanatdan  istimdâd  ediyordu.  Lâkin  Emeviyye
               hükümdârı Mervân bin Muhammed başka Hâricîler ile uğraşdığı münâsebetle imdâd edemiyor,
               Türkler  dahi  cem'iyyet-i  ittihâdiyyeye  dâhil  oldukları  münâsebetle  aslâ  yanaşmıyorlardı.
               Binâ'en-aleyh 129'da Ebû Müslim Horasânî Türkler'den emîn olarak işe başladı.
                      Çünkü  Türkler'in  hâkânı  olan  Kılıç  Hân  ve  müşâvir-i  hâsı  Bugrâ  Hân  cem'iyyet-i
               Abbâsiyye ittihâdına dâhil ve bu cem'iyyetin mu'îni olmasa idiler hükûmet-i Emeviyye'nin
               za'fını intâc eden bu ihtilâl, Türkler'in arayıp da bulamadıkları bir fırsat idi.
                      Derhâl  intihâz-ı  fırsatla  123  târîhine  kadar  yapdıkları  hurûc  hareketlerini  Heytal  ve
               Hazar cihetlerinden tekrâr ederek her iki tarafdan Irâk'a yürümelerini teshîl edecek vekâyi'-i
               ihtilâliyye aradıklarından pek ziyâde ve kendi teşkîlâtları da muntazam idi.
                      Fakat Türkler'in maksadı i'lâ-yı dîn idi. Kendilerini bir sa'âdet-i sermediyyeye irşâda
               çalışan Arab müncîlerini, ihvân-ı dîn oldukları nücebâ-yı Arab'ı ve hâssaten Âl-i Resûlullâh
               olan zevâtın hayât ve haysiyetlerini menâfi'-i zâtiyye uğurunda dîn ü îmân ve Ehl-i Beyt-i
               Risâlet'i  tanımayan  hükûmet-i  Emeviyye  mezâliminden  kurtarmağa  çalışıyorlardı.  Çünkü
               kendilerinin sa'âdeti bunu emr ediyordu.
                      Binâ'en-aleyh cem'iyyet-i ittihâd-ı Abbâsiyye'ye dâhil oldukları seneden i'tibâren [91]
               hilâfet-i Abbâsiyye'nin i'lânına kadar hükûmet-i Emeviyye'ye karşı sükûnetlerini muhâfaza ve
               cem'iyyet-i Abbâsiyye'ye karşı da dînen mecbûr oldukları mu'âvenetlerini ibzâl etdiler. Çünkü

                                                           546
                                                           247
   243   244   245   246   247   248   249   250   251   252   253