Page 249 - 1-4_2
P. 249
Amasya Tarihi 1-4. Cilt Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Amasya Tarihi Cilt: 2
dîn-i İslâm gibi en keskin âteşleri bile iktihâm edecek müdhiş bir kuvve-i ma'neviyyenin
cem'iyyet-i beşeriyyeyi bir ferd gibi sühûletle sevk ü idâre ve her ferd için maddî ve ma'nevî
sa'âdetler te'mîn eden dîn-i İslâmın Türkler'e lüzûmu pek âşikâr idi.
Hulefâ-yı Abbâsiyye'nin pederi bulunan Muhammed bin Alî es-Seccâd, Süleyman bin
Kesîr'e hitâben yazdığı ve bâlâda tercümesi arz edilen mektûbundan müstebân olduğu üzere
dîn-i İslâmın i'lâsı için hükûmet-i Emeviyye'yi yıkmakdan başka çâre olmadığını anlıyordu.
Fakat böyle kanlı bir mâcerâya bezl-i hayât edecek gâyet fedâkâr adamlar lâzım idi. Hükûmet-i
Emeviyye'nin o zamân şark tarafında Türkler, garb tarafında Rûmlar bulunuyordu.
Muhammed bin Alî es-Seccâd, bir hükûmet-i İslâmiyyeyi yıkmak için Hristiyân ya'nî
dîn-i İslâmın adüvv-i ekberi olan Rûmlar'a mürâca'at edemezdi. Çünkü hem diğer bir hilâfet-i
İslâmiyye doğmadan evvel ölür, hem de kendisi şer'an mel'ûn-ı mü'ebbed olurdu.
Endülüs hükûmât-ı İslâmiyyesi yek-diğerini ezmek için mütemâdiyen mürâca'at
etdikleri İspanyol gaddârları elinde bir tek nefere kadar ne müdhiş işkenceler, ne vahşiyâne
zulümler, ne kadar gaddârâne azâblar içinde mahv olduğunu târîh irâ'e ediyor.
Böyle acı bir tecrübeyi Muhammed bin Alî es-Seccâd, daha o zamân irtikâb [92]
edemezdi. Çünkü necâbet-i Arabiyyesi, asâlet-i ırkiyyesi, hamiyyet-i dîniyyesi böyle mel'ûnâne
mürâca'atlara müsâ'ade edemezdi. Böyle tehlikeli mesâ'il-i dîniyyede Hristiyânlara mürâca'at
etmek, dimâ'-ı ma'sûme-i müslimîni heder edeceğini, hattâ kendi yakacağı ocağı yanmadan
söndüreceğini kat'iyyen bilirdi.
Fakat şarkda bulunan müslim Türkler, dîn-i İslâm uğurunda harbe hâhiş-ger, gâyet
fedâkâr olmakla beraber tab'an cengâver olduklarını 23-123 târîhine kadar tâm yüz senelik bir
tecrübe-i fi'liyye ile cezmen idrâk etmişdi.
Muhammed bin Alî es-Seccâd, Risâletpenâh Efendimiz Hazretleri'nin "Liyensuraküm
ale'd-dîn (el-hadîs)" kavl-i şerîfiyle işâret buyurduğu Türkler'den başka şu maksad-ı âlîye bezl-i
hayât edecek merd adamlar göremiyordu. Müslim Türkler de böyle fedâkârlığa karşı cân
atıyorlar, zâlimleri kahr etmek için bir işârete bakıyorlardı. Binâ'en-aleyh her iki tarafın da
yek-diğerine dînen ve rûhen irtibâtı pek samîmî idi.
Dîn-i İslâmın i'lâsı, uhuvvet-i dîniyyeyi düstûrü'l-amel bilen anâsır-ı muhtelife-i
İslâmiyyeden mürekkeb bir fırka-i müslime ile tevhîd-i mesâ'î etmeğe mütevakkıf olduğunu
Türkler ve Arablar pek amîk bir sûretde anlamışlardı.
Biri fazl u irfânıyla, diğeri seyf ü îmânıyla hâdim-i dîn-i mübîn olan bu iki mu'azzam
millet, Afrîkâ ve Asyâ'da dîn-i İslâmı kanıyla, cânıyla neşr ve müdâfa'a edecek birer rükn-i
a'zam-ı İslâm olduklarını Muhammed bin Alî es-Seccâd [93] hazretleri daha o zamân takdîr
etmekle Türkistân'a gönderdiği dâ'îlerine, "Türkler'den ayrılmayınız, sizin maksadınızı i'lâ
edecek ancak Türkler olacakdır" diyor, Türkler'i celbe çalışıyor, muvaffak oluyor fakat
semere-i muvaffakiyeti evlâdına kalıyordu.
Hulâsa Ebû Müslim Horasânî, dîn uğurunda fedâ-yı câna hâhiş-ger olan Türkler,
Arablar, Kürtler, Acemler'den mürekkeb bir kuvve-i muntazama ile Horasân vâlîsi Nasr bin
Seyyâr'ı perîşân ediyor, Horasân'ın merkezi ve Türkmenler'in eski pâytahtı olan Merv şehrini
alıyor ve ba'dehû Irâk'a dönüp vâlîsi Yezîd bin Hubeyre'yi târumâr eyliyordu.
Emeviyye hükümdârı Mervân bin Muhammed'in yüz yirmi bin kişilik koca bir ordusu,
Ebû Müslim'in nûr-ı İslâm ile münevver olan on altı bin kişilik ufak bir cem'iyyet-i müttahidesi
önünde buz gibi eriyor, son gadri olarak Mervân, Muhammed bin Alî es-Seccâd'ın imâm nasb
eylediği oğlu İbrâhim'i meclisde i'dâm ediyor, fakat müşârün-ileyhin diğer mahdûmı
Ebu'l-Abbâs Abdullah es-Seffâh i'lân-ı hilâfet ederek âlem-i İslâm iki vechile nâ'il-i sa'âdet
oluyordu:
Birincisi Heytal kıt'asında meskûn olan Türkler umûmen dîn-i İslâmı kabûl etmiş
bulunuyorlar. İkincisi de Benî Ümeyye Âl-i Resûlullâh'a karşı irtikâb etdikleri mezâlim ve
ta'addiyâtın mücâzâtını görüyorlardı. Türkler, zâten hâhiş-ger oldukları dîn-i İslâmı
547
248