Page 266 - 1-4_2
P. 266
Amasya Tarihi 1-4. Cilt Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Aynalı Mağara'nın ortasındaki delik üzerinde görülen yazı Lagard, Hamilton gibi
müdekkik seyyâhların istihrâcına göre pek eski bir zamâna âid olup "Sîbâl'in büyük kâhini Tîs
Arsiyed" gibi okunabilmekde olduğu haber veriliyor.
Şu kitâbe bizim istidlâlimizi teshîl etmekle beraber bâlâdaki menkûlâtın sıhhatini te'yîd
eder. Çünkü Sîbâl, bu müdekkiklerin beyânı üzere Hititler'in ma'bûd ittihâz etdikleri sanemin
ya'nî bir heykelin adıdır. Bâlâda beyân olunan Hitit hükümdârı Sâbûl Hân ile bu Sîbâl'in ikisi
de bir olup şekl-i telaffuzu Tûrânîler'in ve sûret-i zabtı müverrihlerin lehceleriyle tehâlüf
etmişdir.
Binâ'en-aleyh Hitit hükümdârı olan Sâbûl Hân fevkalâde hidemât-ı milliye ibrâz
etmekle vefâtından sonra Amâsîtler'in ma'bûdu sırasına geçip nâmına bir heykel rekz ve sanem
ittihâz edildiği istidlâl olunur. Çünkü Sûriye kıt'asında ve Âmûd (Âmid) şehrinde Sûriyeliler'in
ve Âmûtlular'ın ma'bûdu olduğu târîhen ma'lûm olan Sârûs (Sârîs) heykeli Hitit [135]
hükümdârı Saru Hân nâmına rekz edilmiş olan heykel idi.
Şu istidlâlden müstebân olduğu üzere Aynalı Mağara'da taş oda içinde medfûn olup
Amasya hükümdârı kadar nüfûza mâlik olan kimse, Amasya'da Hitit hükümdârı Sâbûl Hân
nâmına rekz edilen heykelin ya'nî sanemin büyük kâhini İristâdî (Tîs, Tâyis) olduğu sâbit olur.
"Tâyis ve Tâyiş" Hıtâ dilinde "mu'allim, hoca" ma'nâsınadır.
Mukaddime'de "Mağârât" bahsinde beyân olunduğu üzere Amasya'da bulunan
mağaralardan ba'zılarının bu devre âid olduğu Teksiye gibi ekser müverrihîn tarafından iddi'â
edilmekde ise de hangilerinin Amâsîtler'e hangilerinin Pont krallarına âid olduğu
anlaşılamamakdadır. Her hâlde Kızlar Sarâyı'nın garb tarafında mahalle üzerinde bulunan
büyük mağara bu devrin âsâr-ı bâkiyesinden olduğu ihtimâli kavîdir.
Fakat Harşenûn kıt'asında meskûn olan Amâsîtler'in hudûd komşusu olan Komânîtler
ile arâzî münâza'asında bulundukları ve Komânîtler'in Harşenûn'u muvakkaten istîlâ etdikleri
zann olunur. Çünkü Togât sancağı dâhilinde şimdi bir nâhiye merkezi olan Komanât (Kûmânât)
kasabası kadîmen bir şehr-i vâsi' ve muntazam ve mükerreren Komânîtler'in merkezi olarak
kesb-i ehemmiyet etmiş olduğu bu zamânların vekâyi'ini tahrîr eden tevârîhde mündericdir.
Her hâlde mu'ahharan Amâsîtler, Komânîtler'e galebe edib Amasya'nın ehemmiyeti
i'âde ve te'mîn edilmiş ise de Anadolu'da Hititler'den sonra ufak Tûrân [136] hükûmetleri
yek-diğeriyle münâza'a ve diğer ufak milletlerin de bunların aleyhinde ittifâk etmeleri,
Tûrânîler'den bir kısmını Asyâ-yı vustâya doğru muhâcerete mecbûr etmişdir.
Morgan ve Maspero gibi Avrupa müverrihlerinin verdikleri ma'lûmâta göre Anadolu'da
Hitit devleti zâ'il oldukdan sonra 1250 târîhlerine kadar ufak Tûrân hükûmetleri dûçâr-ı za'f
olarak Palâzlar, Frigîler, Lîdîler, Menîrîler, Yunânîler gibi Ermenîler dahi bu şânlı milletin
aleyhinde ittifâk etmekle Tûrânîler Kafkasya'ya çekilirler idi.
Bu zamânların ya'nî kable'l-hicre 1250 târîhlerinin ahvâl-i umûmiyyesi ta'kîb ve tedkîk
olunursa Tûrânîler'in her tarafdan dûçâr-ı mesâ'ib olduğu görülür. Şu zamânlarda Çîn, Îrân,
Âsûr, Mısır devletleriyle Küçük Asyâ'da türemiş olan hükûmetler Tûrânîler'i tazyîk etmekde
idiler.
Tûrânîler'in her tarafda uğradıkları şu felâket bütün Tûrân anarlarını, kabarlarını ve
oymaklarını son derece düşündürdüğü cihetle bunun def'i çâresini arıyorlardı. Bu zamânlarda
Türk hâkânı olup Heytal kıt'asında ikâmet eden Onkây (Okây) Hân bin Bilik Hân bulunuyordu.
Okây Hân, eslâfının mesleğini terk ederek Îrânîler gibi âteş-perest olmuş ve mesleğini
Türkler'e kabûl etdirmek için îkâ' eylediği mezâlim ve ta'addiyâtı bütün Türkler'i dil-gîr
eylediği münâsebetle zulmünden [137] kinâye olarak "Kara Hân" ve çok insân kırmasından
kinâye olarak Yaguz (Yavuz) Hân lakablarını almış idi. Kara Hân, pek zâlim olmakla beraber
Tûrânîler'in uğradıkları felâketlerden müte'essir olmuyordu.
Moğol dilinde "Onkây", bizim lehcemizde "Okây" lafzı olup "olay" ya'nî "kolay"
ma'nâsınadır. Bizim Türk ve Çağatây diliyle yazılmış olan târîhlerimizde Kara Hân'ın başka
adı ma'lûm değil ise de Câmiu't-Tevârîh'de "Unvâkây, Unkây" olmak üzere mezkûr olup Oğuz
564
265