Page 486 - 1-4_2
P. 486

Amasya Tarihi 1-4. Cilt                                                             Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
                                                                             Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR


                      908 senesinde Şâh İsmâ'il-i Safevî, Erzincân havâlîsine kadar gelip oraları gâret, halkı
               mezheb-i  şî'iyyete  da'vet  ediyor,  karîben  bütün  bilâd-ı  Rûm'u  istîlâ  edeceğini  de  açıkdan
               söylüyor, Erzincân ahâlîsi feryâd ve istimdâd ediyorlardı.
                      Vekîl-i  saltanat  Kâsım  Paşa,  bunları  bilâ-pervâ  şehzâde  Sultân  Ahmed'e  arz  ederek
               Acemler'e yüz verilmesi muvâfık olmadığını, âtiyen tehlikeli bir hareket olduğunu söylemişdi.
               Fakat Acemler Kâsım Paşa'yı şiddetle tekzîb ederek bîçâreyi i'dâm etdirmeğe çalışıyorlardı.
                      Bunu hisseden Kâsım Paşa 909 senesi evâ'ilinde Amasya'dan firâr edib Şâh İsmâ'îl-i
               Safevî'ye karşı mükemmel bir vaz'iyyet alan Trabzon vâlîsi Sultân Selîm'in yanına gitdi. Orada
               lâyık olduğu mükâfâtı [248] gördü. Yular Kısdı Sinan Paşa da şehzâde Sultân Ahmed'e vekîl-i
               saltanat oldu.
                      Sinan Paşa uhdesinde bulunan evkâf-ı sultâniyye mütevellîliğini ulemâ-yı A'câm'dan
               Hibetullâh Efendi'ye verdi. Kâsım Paşa'nın firârı hayli a'yânı dûçâr-ı iz'âc etmişdi. A‘yânı âdetâ
               sindirmişdi. Acemler oldukça geniş bir meydân buldular. Hubb-ı âl-i abâdan dolayı ba'zı ashâb-
               ı Resûlullâh'a da ta'n ve la'net mes'elesi tedrîcen canlanıyordu.
                      910 senesinde mu'allim-i sultânî Bedreddîn Mahmûd Çelebi, ba'dehû musâhiblerden
               nişâncı Şemseddîn Ahmed Çelebi vefât edib Hatîb Kâsımzâde Amasyalı Muhyiddîn Mehmed
               Efendi mu'allim-i sultânî olarak İstanbul'dan geldi. Amasya'nın kibâr-ı fuzalâ ve üdebâsından
               Münîrî Mehmed Çelebi bin Yûsuf Çelebi de nişâncı oldu.
                      Mu'allim-i  sâbık  Mahmûd  Çelebizâde  Şemseddîn  Ahmed  Efendi,  Mü'eyyedzâde
               Şemseddîn  Ahmed  Efendi  bin  Mehmed,  Çakal  Kadızâde  Şemseddîn  Ahmed  Efendi  bin
               Mahmûd  Çelebi  Sultân  Ahmed'in  musâhibleri  oldular.  Bunlara  "Şemsler"  denirdi.  Şu'arâ
               bunları "Güneşler" diye medh ederlerdi.
                      Bunlara mukâbil,  Acemler'den tabîb-i  sultân Kutb-ı  Şirvânî  ile üstâd-ı  mûsikî Hâce
               Kutbeddîn Mahmûd Çelebi, müderrislerden Kutbeddîn Îsâ Çelebi vardı. Bunlara da "Kutublar"
               denirdi. Güneşler'e mukâbil Kutublar, şu'arânın eş'ârında hayli mazmûnlar doğurmuşdu.
                      Bu esnâlarda Mu'âviye ve emsâline ta'n ve la'net mes'elesi ortaya çıkdı. [249] Hızır Paşa
               medresesi müderrisi ve câmii vâ'izi olan Şeyhşâdili Muhyiddîn Mehmed Efendi dayanamadı,
               olanca kuvvetiyle bunu red ve tezyîf ederek şehzâde Sultân Ahmed hakkında dokunaklı sözler
               sarf etdi.
                      Bu  sebebden  bîçâre  müderrislikden  azl  edilerek  mu'ahharan  Kastamonu'da  Atabey
               Medresesi  müderrisi  olup  911  senesi  evâ'ilinde  Amasya'dan  çıkarıldı.  Ulemâ-yı  A'câm'ın
               nüfûzu yerli ulemâyı susduruyor, fakat Sultân Ahmed'in nüfûzunu kesr ederek Türkleri Sultân
               Selîm tarafına imâle ediyordu.
                      911 senesinde şehzâde Sultân Ahmed, pederinden aldığı me'zûniyyet üzerine İdrîs-i
               Bidlîsî merhûmun Heşt-Behişt'inde tafsîl edildiği üzere genç şehzâdelerine bir sünnet düğünü
               yapdırdı. Ümerâ-yı etrâfı da'vet ederek mu'azzam bir dernek oldu. Mükemmel bir donanma
               şeklini aldı. Amasya şehri cennet gibi bezendi.
                      Bu esnâda Amasya'da Türk şu'arâsından Çeşmî, Şermî, Figânî, Kâmî, Melîhî, Münîrî,
               Mihrî ve Acem şu'arâsından Basîrî, Penâhî, Kutbî pek ma'rûf idiler. Bunların içinde en ayyâşı
               Tokatlı Melîhî, en terbiyelisi Şermî, en fâzılı da Münîrî Efendiler idi. En şâyân-ı dikkat Mihrî
               Hâtun'du.
                      Bu şâirler coşdular, güzel kasîdeler yapıp sûr-ı hıtânı tebrîk etdiler. Ağır câ'izeler aldılar.
               Acemler  Sultân  Ahmed'in  gözüne  ve  gönlüne  girmek  için  olanca  kudretlerini,  san'atlarını
               gösterdiler. [250]
                      Amasya sâzende ve hânendelerinin en meşhûru olan Baba Mehmed Çelebi bin İlyâs'ın
               udu, Sofioğlu Abdî Çavuş bin Hüseyn'in tanbûru, Beylioğlu Sünbül Ahmed Bey bin Hızır
               Bey'in  sâzı,  hele  Merâğî  ahfâdından  Hâce  Kutbeddîn  Mahmûd  bin  Abdulazîz'in  negamât-ı
               latîfesi, Süleyman Dede'nin dâvûdî sesi cânlara cân katıyor, Amasya'yı çınlatıyordu.
                      Mevlânâ  İdrîs-i  Bidlîsî  bile  Heşt-Behişt'inde  bu  sûr-ı  hıtânı  yazarken  coşmuş,  bir
               kasîde-i rebî'iyye yazmışdı. Şu beyitler o kasîdedendir:

                                                           783
                                                           485
   481   482   483   484   485   486   487   488   489   490   491