Page 608 - 1-4_2
P. 608
Amasya Tarihi 1-4. Cilt Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR
Bekir Beyzâde Ömer Bey, Hoca Paşazâde Gâzi İbrâhim Bey, Bağdatlıoğlu Kara Mehmed
Ağa, Şamlıoğlu Rahtuvan Mehmed Ağa, Hacı Efendizâde İbrâhim Efendi, Kaya Ali Ağa, bu
mahallelerde ikâmet ederlerdi.
Bununla beraber yangından kurtarmak için kırlara, boş yerlere taşınmış olan ve
taşınmakta bulunan eşya-yı beytiye, serseriler, yağmagirler tarafından aşırılıyor, yağmacılar
arasında müteseyyidler de bulunuyordu.
A‘yân ve halkı en ziyade kızdıran, işte bu yağmacılık oldu. [194] Tabii herkes, yangını
unutup yangından kaçırabildikleri hâne eşyasını muhafaza kaydına düşdü. Bu yüzden yangın
büyüdü. Halk ile emîrler, seyyidler arasında bir mukatele kıyâmeti koptu.
Bir taraftan ateş Amasya’yı yakıyor, diğer taraftan kılıç, kama, hançer, bıçak, balta gibi
kesici aletler Amasyalıları mahvediyordu. İdâre-i hükûmet eden türediler ise bu acıklı
felaketlere seyreyliyordu. Seyyidlerin en ziyade hasmı olan Bekir Beyzâde Ömer Bey,
Rahtuvân Mehmed Ağa, Mutasarrıf Hüseyin Paşa ile Seyyid Paşa’nın kendilerine karşı fena
vaziyetlerini anlayıp gizlenmişlerdi. Bunun için ne yangınları söndürecek ne de kıtâli
bastıracak bir kuvvet yoktu.
Çünkü Hüseyin Paşa’nın ve taraftarlarının maksatları, kendi nüfûz ve kudretlerini tahkim
için kendilerine karşı koyabilecek a‘yân ve halkı sindirmek, bu suretle zebûn düşürmekti.
Bunun için harîk ile kıtâle seyirci olmuşlardı.
Nihayet a‘yân, ulemâ ve halkın kendilerine feryat, istimdâd, istirhâm ve ilticâ etmeleri
sâyesinde kıtâl ve harîkin önü alındı. Fakat nüfûz ve kuvvet, sulta ve hükûmet, tamamiyle
türedilere intikâl etdiğinden receb gâyesinde türediler, Amasya’nın üçüncü devre-i
târihiyyesine hitâm verdiler. 676 [195]
Amasya sancağı (vilâyeti), üçüncü devre-i târihiyye mebâdîsinde gayr-ı Türklerin
tahakküm ve istibdâdına, zulüm ve istikbârına karşı Türkler tarafından tertib edilen ihtilâl-i
milliye bir sâha-i şu’ûr olduğundan büyük hasârate, maddi ve manevi zâyiâta uğradı.
Fakat feyz-i irfâniyle yetişdirdiği erleri sâyesinde o hasârat ve zâyiâtını büyük gayretlerle
telâfî ederek kendisini gayr-ı Türkler’in idâre-i cebbârânesinden kurtardı. Gayr-ı Türkler’in
açtıkları yaralarını Türk elleriyle sardı.
Amasya, bu devre-i şu’ûrunda kendisinin yetişdirdiği paşalar, beyler, kadılar, müftüler,
alaybeyleri, ağalar ellerinde güzel bir idâre gördü.
Bağrında açtığı irfan müesseselerinde, kahraman ocaklarında besleyip büyüttüğü şanlı
erler, inkırâza doğru sürüklenen Osmanlı İmparatorluğu’nu değil, deli ve kızıl cahil
padişahların delice ve çocukça hareketlerinden istifadeye kalkışan vatansızların ihtirâsât-ı
iblisânesi yüzünden pek korkunç bir uçuruma doğru giden Türk varlığını başında tutup
kurtardıktan başka, Türklüğün en yüksek bir çağı olan Devr-i Kânûnî’deki ikbâline erdirdi.
Şirâze-i intizâmı bozulan yeniçerileri demir pençesiyle inzibat altına [196] alan, zorbalığa
hitâm veren Köse Mehmed Ağa gibi bir yeniçeri ağasını Türklüğü ölüm yatağından kaldırıp
göklere kadar çıkaran Köprülü Mehmed Paşa gibi bir sadrâzamı Amasya yetişdirdi.
Köprülü Mehmed Paşa, Arnavut Belgradı kazâsına tâbî “Ruznik” adlı köyden devşirilmiş
bir kuloğlu olduğu halde Amasya’nın Köprü kasabasında, Türk muhitinde doğdu. Türk
anasının sütüyle beslendi. Türk kafasıyla büyüdü. Amasyalıların himmetleri sâyesinde
yükseldi. 677 Türklüğü korkunç uçurumdan kurtaran bir hârika-i fıtrat oldu.
676 Bu vak’alara şâhid olan Hoca Sultân Vakfı Mütevellîsi Veli Bey’in tevliyeti zabt eden Zanalı es-Seyyid Ahmed
Efendi aleyhinde sadr-ı âlîye hitâben yazıp takdim ettiği ve emirler vak’asını anlatan mufassal istid’âsı suretini
Amasya’da Şeyh Alizâde Abdullah Efendi’nin hânesinde evrâk-ı perîşânı arasında buldum.
Yine bu fecâyı‘ı gözüyle gören şuarâ-yı mevâlîden Kâtipzâde Hıfzı Abdurrahman Efendi’nin hattıyla muharrer
yirmi bir sahifeden ibaret ve “Felâketnâme” tesmiye ettiği târihçeyi de Sultân Bâyezid hatîbi merhum Fazılzâde
Mustafa Akif Efendi’nin hânesinde bir torba içinde mahfuz evrak arasında buldum. Her ikisinin suretlerini yazıp
aldım. Buraya hülâsalarını naklettim.
677 Şu fıkraların her biri birer vesika-i târihiyyeye mesnet olduğu tercemesinde görülür.
905
607