Page 133 - 6-8
P. 133

Amasya Tarihi Cilt: 6
               Amasya Tarihi 6-8. Cilt                                                                    Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR

                      Latîfî Efendi’nin  şu beyânı  pek latîf ve şâyân-ı  [414]  dikkatdir. Bütün  müverrih ve
               mu’âsırların gâfil ve câhil oldukları farz edilen bir nazariye, bir iddiâ-yı târîhî nakledilirken bu
               nakli isbât edecek dekâ’ik ve edille-i târihiyye gösterilmesi zarûreti vardı.
                      Müellifin sinn ü sâl-i vefâtı gösteriyor ki Kemâl Paşazâdeye kendisi yetişememişdir.
               Kendisinin yetişemediği bir zâtın Tokatlı olduğunu beyân etmek için her halde bir nakl-i sarîh
               ister. Yoksa müşârün-ileyhin Tokatlı olması da bir nazariye, bir iddiâ-yı mücerred hâlinde kalır.
               “Ekser-i  nâs  bundan  gâfil  ve  gafletle  câhildir.!”  dediği  de  Kemâl  Paşazâde’nin  Edirneli
               olduğunu iddiâ eden Mehmed Mecdî Efendi olacaktır.
                      Latîfî Efendi’nin iddiâsına gelince, Kemâl Paşazâde Ahmed Çelebi, bütün fetvâlarında
                                                                                                        24
               ve  resâil  ve  müellefâtında  kendisinin  koyduğu  “Ahmed  bin  Süleyman  Kemâl  Paşazâde”
               imzâsından ve kendisine muâsır olan bütün müverrihlerin zabt u kaydından müstebân olduğu
               üzere “Kemâl Paşazâde Süleyman Çelebi’nin mahdûmzâdesi” değil, doğrudan [415] mahdûmu,
               ya’nî oğludur.
                      Kemâl Paşazâdenin târîh-i tevellüdünü beyân etseydi, pederi Süleyman Bey “Tokat’ta
               zeâmete mutasarrıf iken dünyaya gelmişler” sözü daha iyi tedkîk ve tenvîr edilebilir; “mevlid-
               i mübârekleri” ya’nî mübârek tevellüdleri “Tokat’ta vâki” olduğu anlaşılır, neşv ü nemâları
               Edirne’de” olduğuna bir mana verilirdi.
                      Nûr-ı  Osmâniyye kütübhanesinde (3293) numarada mukayyed olup  Muhammed bin
               İbrâhim  el-Halebî’nin  965  senesinde  te’lîf  eylediği  “Dürru’l-habeb  fî  Târîh-i  Haleb”  adlı
               eserinde Halep Kadı’l-kudâtı Amasyalı Muhaşşî Sinan Efendi’nin terceme-i hâlini yazarken
               Kemâl Paşazâde’nin de Amasyalı olduğunu şöyle beyân ediyor:
                      “Yûsuf bin  el-Huseyn bin  İlyâs  bin  Hasan  Kadı’l-kudât  Sinânüddîn bin  eş-Şeyhü’l-
               kudvetü Husâmüddîn el-Amâsî el-Hanefî Kadı-i Haleb el-meşhûr bi Sinan Çelebi telemmeze li
               Müfti’l-memleketi’r-rûmiyyeti  el-Amâsî  el-Hanefî  bel  Müfti’l-memâliki’l-İslâmiyyeti  bin
               Kemâl Paşa” (Varak 340) [416]
                      Yanî “Halep kadısı Amasyalı Sinan Çelebi demekle meşhûr kadı’l-kudât Sinâneddîn
               Yûsuf bin eş-Şeyhü’l-kudvetü Hüsâmeddîn Hüseyin bin İlyâs bin Hasan el-Hanefî, memleket-
               i Osmâniyye, belki bütün memâlik-i İslâmiyye müftüsü olan Amasyalı Kemâl Paşazâde el-
               Hanefî’den telemmüz ve ahz-ı ulûm etmişdir.” demek olur.
                      Pek tabidir ki,  Halep müverrihi Muhammed bin İbrâhim el-Halebî, bu  zabtı 946’da
               Halep  kadısı  olan  Amasyalı  Sinan  Efendi’nin  kendisinden  tahkîk  edib  yazmıştır.  Bunu  da
               terceme-i  hâl  esnâsında  Sinan  Efendi  ile  muhâverâtından  anlatıyor.  Sinan  Efendi,  kendi
               üstâdının nereli olduğunu elbetde üstâdına yetişemeyen Mecdî ve Latîfî Efendilerden daha iyi
               bilir.
                      Aşağıda  Âşık  Çelebi  tezkiresinden  ve  sâireden  naklen  arz  edilecek  malûmat-ı
               târihiyyede  görüleceği  üzere  Kemâl  Paşazâde’nin  Amasyalı  Mü’eyyedzâde  Abdurrahmân
               Efendi ile ve Amasya’da vâlî iken Sultân Bâyezîd’in nezdinde bulunan ve dâmâdı olan Uğurlu
               Mehmed Paşazâde Göde Ahmed Bey ile hukûk-ı kadîmesi olduğu ve cedd ü pederinin [417]
               Amasya’da vâlî iken Sultân Bâyezîd’e lala olmaları ve Amasyalı eş-Şeyh Mahmûd Efendi’nin


                      Kâtip Çelebi diyor ki: “Sâhib-i terceme Edirne’de tâlib-i ilm olarak neş’et etti. Kendisi sipâh tâifesinden
               idi. Hikâyet edildi ki, allâme sipahi iken (!) Moton seferinde Sultan Bâyezid’le beraberdi. (!) Bir gün Vezir İbrâhîm
               Paşa bin Halil Paşa meclisinde idi. Ahmed Bey bin Evrenos da vardı. Bu esnada Filibe’de otuz akçe ile müderris
               olan Mevlana Lütfi geldi. Mezkûr Ahmed Bey’in üst tarafına geçip oturdu. Allâme düşündü; “Ben Ahmed Bey’in
               rütbesine eremem, âlim olursam Lütfi mertebesine erebilirim” dedi. Seferden avdetinde (!) Edirne’de Dâru’l-hadîs
               müderrisi olduğu Mevlana Lütfi dersine mülâzemet edip ondan Şerh-i Matâli Hâşiyesi okudu.” ilh. (!)”
                      Şu  satırlardaki  târîhi  yanlışlar  cidden  şayân-ı  hayrettir.  Kâtib  Çelebi  gibi  fâzıl  bir  müverrih,  böyle
               efsaneleri nakletmeyecekti. Terceme-yi Şakâyık’da mezkûrdur ki: Mevlana Lütfi-i Tokâdî, 25 rebîülâhir 900’de
               katl ve şehîd edildi. Bu târîhte allâme de müderristi. Moton kal’ası “Câmi’ü’d-düvel”de musarrah olduğu üzere
               906 Muharreminin on dördüncü Perşembe günü fethedildi. Bu târîhten evvel Vezir İbrâhîm Paşa vefât etmişdi.
               Diğer yanlışları yazmaya ve tashih etmeye değmez.
               24  ve bazen “Ahmed bin Süleyman bin Kemal Paşa”


                                                           128
                                                           132
   128   129   130   131   132   133   134   135   136   137   138