Page 137 - 6-8
P. 137

Amasya Tarihi Cilt: 6
               Amasya Tarihi 6-8. Cilt                                                                    Hüseyin Hüsâmeddîn YASAR

                      Bu  esnâda  Tokatlı  Molla  Lütfî,  Amasyalı  Mü’eyyedzâde  Abdurrahman  Efendilerin
               derslerine de gidip Matâli’ ve Makâsıd gördü. Kezâlik Lügat-i Fârisiyye müellifi Amasyalı
               Halîmî Mehmed Çelebi bin Lütfullah bin Ebî Yûsuf’tan da Fârisiyyâtı ahz u telakkî ederek
               tevsi-i malûmâta çalıştı. Molla İzârî demekle meşhûr Germiyanlı Kâsım Efendi’den de hayli
               istifâde etdi.
                      899’da  üstâdı  Molla  Kestellî’den  mülâzım  olarak  tedrîs-i  ulûma  başladı.  Ders-i  âm
               olduğu esnâda 900 senesi rebîülâhirinin yirmi beşinci günü üstâdı Molla Lütfî Çelebi kendisine
               isnâd  edilen  ilhâd  ve  zendeka  yüzünden  ihrâz-ı  rütbe-i  şehâdet  etdikte  şu  beyitlerle  târih-i
               vefâtını ve mağduriyetini anlatdı.


                                                                     وا  هك  لوتقم  ىفطل  لاضف  راختفا
                                                                  ديرف  كلم همهب  لﺌاضف  هلمج  رد  دوب
                                                                 دنتشك بصعت  زار  وا  دسح   لها  هكنوچ
                                                                  31  ديهش  نامدقلو  شتافو  خيرات  تشك



                      Kemâl Paşazâdenin bu beyitleri Lütfî Efendi’nin cânına kıyan [427] ve o zamanın sudûr-
               ı kirâmı olan Candarlızâde Vezîr İbrâhim Paşa Rûmeli Kazaskeri Hacı Hasanzâde Mehmed
               Efendi,  Anadolu  kazaskeri  Çorumluzâde  Ali  Efendi  üstâzü’l-fudalâ  Hatîbzâde  Muhyiddîn
               Efendi, Molla İzârî gibi zevâtı gücendirdi. Çünkü Molla Lütfî, bunları pek ziyâde techîl ve
               tezyîf eder, Hatîbzâde’nin âsârını pek çürütürdü.
                      901’de  mülâzımı  olduğu  hâmîsi  Mevlânâ  Musliheddîn  Kestellî’nin  vefât  etmesi  ve
               bundan evvel istinâdgâhı olan Mü’eyyedzâde (Abdurrahman Efendi)’nin Edirne kadısı olarak
               İstanbul’dan gitmesi üzerine hâmîsiz kaldı. Bununla beraber tedrîs-i ulûma giresi vardı. Sudûr-
                                                               32
               ı kirâm, kendisine bir mülâzemeti bile çok gördü.
                      903’de  ufak  bir  hâdiseden  dolayı  Sadr-ı  a’zam  Candarlızâde  İbrâhim  Paşa’yı  da
               gücendirdi.  Bu  hâdiseyi  Âşık  Çelebi,  Nûr-ı  Osmâniyye  kütübhanesinde  3719  numarada
               mukayyed “Meşâirü’ş-Şu’arâ” adlı tezkire-i şuârâsında sâhib-i tercemenin kendisinden naklen
               şöyle anlatıyor:
                      “Molla-yı merhûm “Tevârîh-i Âl-i Osmân”da Uğurluoğlu [428] Ahmed  tercemesinde
                                                                                           33
               yazar ki, çünkü Mirzâ Ahmed diyâr-ı acemde şehîd oldu. Haber-i mevti Rûm’a erdi. Cümle
               halk-ı Rûm umûmen ve hem sohbetlerine husûsan mâtem olup her biri alem-i âhı felek-i hâvere
               dikip âvaz-ı nefîr ü figân ve sadâ-yı tabl sîne-yi ‘ayyuka irgürdü.”
                      “İttifâk ol esnâda Halîl Paşa oğlu İbrâhim Paşa’ya vardım. Benim Mirzâ’ya ihtisâsım ve
                                                                                                        34
               anın  haber-i  mevtinden  âyîne-i  hâtırda  olan  pâsım  biliyordu.  Merhûmla  adâvet-i  sâbikası
               olduğu cihetden fevtinden sürûr arz eder.”
                      “Âhir  ta’n  ü  tanz  eder  yüzünden  bana  hitâb  etdi.  Ve  istihzâ  ile  bana  etdiğine  zâhir
               Mirzâ’nın dostları fevtine mersiye demişlerdir. Ve zehr-i firâk-ı merâretin def’i için şeker ü

               31  Kemâl Paşazâde bu beyitleri tanzîm ederek bazı yârânına vermiş, sadr-ı kirâmdan çekindiği münâsebetle kâili
               gizlenmişti. Fakat Lütfi Efendi’nin lisânından bîzâr olan a’dâsı bu beyitleri ancak Kemâl Paşazâde’nin yaptığına
               kâni olmuşlardı. Çünkü müşârün ileyhin şir u inşâda mahâreti bütün sudûr-ı ulemâ arasında müsellemdi.
               32  O zamanlarda sudûr ve mevâlîden birine mülâzemet, medrese müderrisliğine liyâkât verecek, mülâzım olan
               âlimin  derece-i  ehliyetini  gösterecek  bir  nisbet-i  ilmiyye  idi.  Bir  ders-i  âmma,  ancak  mülâzımı  olduğu  zâtın
               vereceği  şehâdet-nâme  ile  medrese  tevcih  edilirdi.  Ders-i  âmlara  takrîr  ve  ifâdesi  kendisinin  âlim  olduğunu
               gösterecek derecede ise yevmî on akçe verilirdi.
               33  Bu Ahmed Mirza, İran Şâhı Uzun Hasan Şâh’ın Şehzâdesi Uğurlu Mehmed Paşa’nın mahdûmudur. Sultan
               Bâyezid’in dâmâdı olduğundan müşârün ileyhin mu’âveneti ile 902’de İran şâhı olmuştu.
               34  Ahmed Mirza, Amasya’da Sultan Bâyezid’in sarayında Kemal Paşazâde ile beraber büyümüş, bu münâsebetle
               aralarında samimî bir muhabbet kâ’im ve İbrâhîm Paşa’nın Amasya’da vezâret ve lalalıkdan azline bâ’is olmuşdu.

                                                           132
                                                           136
   132   133   134   135   136   137   138   139   140   141   142